Trabzon ili, Beşikdüzü ilcesi – Türkelli Köyü’nün yoksul ailesi Ayşe ile Osman, 1950 gücük ayının 28 inde dünyaya çelimsiz bir uşak getirirler. Adına Şakir derler. O kış çok kar vardır, 2-3 metre. Evin penceresinde kurtlar gezmektedir. Aile soğuktan korunamaz ama bahara da varırlar. Ölümü atlatırlar.
İşte böyle başlar macera.
*Bu köprü, köyümün deresi; İSİNUĞU DERESİ’ndedir. Araba yolumuz yoktu. Bu dereden mevsimine göre seller sular arasında, önce o köprü ayağı olan koca kayaya tırmanır, sonra şu gördüğünüz harika köprüden geçer, yürüyerek Beşikdüzü’ne ortaokula giderdik.
*Anamın üç-beş dal yarma odununu sırtına alıp, oğlum okusun diye yürüyerek taşıyıp Beşikdüzü’ne getirdiği o günler…Ana hakkı!
*Aynı yıllarda verem bulaştı yakama. Kaç yıl sonra İstanbul’da “temizsin gelme” dediklerinde yeniden doğuş. Beşikdüzü’lü Sağlık Memuru Eyüp Abi’ye saygıyla…
*Beşikdüzü Ortaokulu -“kübik mimari” – yıllar sonra yıkıldı. Orta I’ de türkçe öğretmenimiz bir öykümü beğenerek bana “Ömer Seyfettin” demişti. Bunun üzerine Okul Müdürümüz kütüphanenin anahtarını vermiş ve istediğin zaman gir oku demişti. Çünkü; müdürün odasından geçiliyordu kütüpaneye. Çok mutlu olmuştum. Şaşkındım.
*12 yaşında, göğsünde uyuduğum babamı kaybettim. Tanrıya isyanın bini bir para! “Neden benim babam, tek O’mu kaldı?”
* Trabzon Öğretmen Okulunu yatılı bölümünü ilk yıl kazanmak. Ama! Beşikdüzü Ortaokulu son sınıfta matematikten on üzerinden 4,25 alarak tek dersten bir yıl beklemek. Boş gezeceğine işe yara, yaramayı böyle anlayan anam beni imam amcama götürdü. Türkelli’de müezzinlik. İmam amcam bana Kuran dersi verirken şaşırmıştı Kuranı okumaya başlamama. “Eeee! Sen okuyorsun zaten.”
*İkinci yıl gene Trabzon Öğretmen Okulunun yatılı bölümünü kazanmak. (İki yıl sonra Kardeşimi de o okulun kapısından içeri almak.) Beni öğretmen okuluna amcam M. Ziya Hacıalioğlu götürmüştü. Gene şaşkındım, çünkü başka zamanlarda bize çok kötü davranırdı.
*Öğretmen okulu benim için tam bir “ANAKUCAĞI” idi. Trabzon yollarındaydım sonraki yıllarda.
*Trabzon Öğretmen Okulu, gerçek bir okul. Ben namazında orucunda bir uşak. Bize her desteği veren öğretmenlerimiz. Köy Enstitülerinden gelen öğretmenlerle o demokratik havayı solumak.
*Okulda çıkardığımız ÇAKIL dergimizdeki şiir,öykü yazılarım. Burada sınıf arkadaşım Vursay Aldıkaçtı için bir not düşmeliyim. 50 yıl sonra anı defterine yazdığım şiir-notları bana gönderdi. 15-16 yaşlarında neler yazmışım. Öğretmen Okulunda Edebiyat öğretmenimiz Mehmet Albayrak, bir gün bu yazdıklarımı okumam için öğretmenler odasına çağırdı beni. Oku dedi şiirlerini. Sesim soluğum kesildi. Okuyamıyorum. Öğretmenim, “Burası senin de evin Şakir, sıkılacak bir şey yok, seni öğretmenlerin de dinlesin” diye beni yüreklendiriyor. Zar zor bir kaç tane okudum. Öğretmenlerim beni alkışladı. Sağ olsunlar. Çıktım. Ama bu ne heyecan! Birde çok sevdiğim başka bir arkadaşıma (Mustafa İnce) armağan ettiğim şiir-yazı-desenlerimi tuttuğum defterimi çok aradım sonraki yıllarda. Ne çok sevmekmiş bu ki, arkadaşım kaybetmiş defterimi de sevgimi de!
*Trabzonspor’un ilk basketbolcularından olmanın keyfi…”Bana göre değil diyerek” basketbolu bırakmak…
*Beden Eğitimi öğretmenimiz bağlama ekibini çalıştırıyor. Çok istiyorum bağlama öğrenmeyi. Elimde köyümüzden kaval ustası Kasım Gürsoy abinin armağanı olan, azıcık çalabildiğim ve sonradan mibemol olduğunu öğrendiğim dilli kavalı gördü. “Sen kaval çal” dedi ve benim bağlama hevesim kaynadı gitti.
*Trabzon Erkek İlk Öğretmen Okulu Gezisi: 1967
Son sınıftayım.
Okulumuz şubat tatilinde gezi kararı alıyor. Ben okuldayım. Param yok, tatile eve de gidemedim. Okuldayım. O gün nöbetçilik yapıyorum, 25 öğrenciyiz anımsadığımca.
İşte gezi hazırlığı olunca kıvranmaya başladım. İstiyorum, çok istiyorum katılmayı. Çünkü basketbol takımındayım. Eee takım da gidiyor. Param yoksa gidemem. Kıvrandığımı gören Coğrafya Öğretmenimiz Cemil Gürgöze (ARKADAŞIM), gel dedi bakayım, ben sana borç veriyorum, anladın mı? (Yıllar sonra ödedim mi acaba?) Anladım mı anlamadım mı bilmiyorum ama gezi otobüsündeydim. Nasıl heyecanlıyım, sevinçliyim sözcükleri bulamıyorum, anlatamıyorum!
İlk durağımız Gümüşhane Öğretmen Okulu oldu. Çok arkadaş edindik. Basketbol maçını farklı kazandık.
Sonra Kop Dağı’ndaki kar gözümüzü korkutmuştu! Otobüsün boyundaydı. Geçtik.
Erzurum nasıl bir kentti böyle, kar altında yaşıyordu insanlar! Köy Enstitüsü kurulan okulu gezdik. Nene Hatun Kız Öğretmen Okulu bizi bağrına bastı. Ne çok Trabzon’lu öğrenci okuyormuş. Şaşırmıştık. Erzurum Lisesi ile yaptığımız basketbol maçında nasıl çılgınca tezahürat yapmışlardı. Maç bitip okula döndüğümüzde başarımızı, bizleri kucaklayarak göstermişlerdi. Maçtan gözümün önünde olan ikinci görünüm; Hasan Kukul öğretmenimiz iki elinin üçer parmağını ağzına sokmuş ıslık çalıyordu. Üçüncüsü ise resim öğretmenimiz Süleyman Saim Tekcan’ın maçta oyuncu olarak gösterdiği başarı idi. Güçlü bir takım olan Erzurum Lisesi Takımını yenmiştik. Çok mutluyduk. Ha! Trabzon’dan bir not: Trabzon Lisesi basketbolda yıllardır şampiyon oluyordu. Trabzon Lisesinden Abdul Vahap unutulmaz elbette. Ama bizim takımı o yıl yenememişlerdi. Ne yazık ki; bizim okul bahçesindeki sahada yaptığımız maçta berabere kalmıştık. Şampiyonluk kaçmış, yine lise şampiyon olmuştu. (Takımdan arkadaşlarım, unuttuklarım olabilir: Başaran Yılmaz, Hasan Kasap, Burhan Demirel, Ahmet Özer, Şefik Sivrikaya, Mehmet ….,). İşte bu takımla gezideydik. Gelmiştik Tunceli Öğretmen Okulu’na. Bu okulda çok özel bir gece düzenlenmişti. Bizim okuldan sürgün bir çok arkadaş vardı. Yılmaz Bilgin de bu arkadaşlarımızdan biriydi. Yılmaz müzikte başarılıydı. Sahnede görmek istiyorduk. Sürgün cezası nedeniyle yöneticiler olmaz diyorlardı. Neyse! Aşıldı. Yılmaz çok güzel sesiyle herkesi mutlu etmişti.
Sonra Elazığ’a vardık. Çok heyecanlandığım bu kenti “Çayda Çıra” ile anımsıyordum. Ama çok daha fazlası vardı bu yörede. Bizi çok özel bir programla karşılamışlardı. “Çayda Çıra” gerçekten oynanmıştı. Mutluluğum da çok özeldi. Kocaman heykelleri gözlerimin önündedir hala, Harput’un. Beni en çok etkileyen ise, cüzzam (LEPRA) hastanesi idi. “Elinizi bir yere sürmeyin” denmişti. Hastalar felaket görünümdeydi. Dokunamıyor, konuşamıyorduk. Çok çeşitli, olumsuz görsel yaralar vardı. Çok korkmuştum. Hemen hastaneden çıkmak istiyordum. Anlatılanlar vardı mutlaka ama onlar yoktu bende. Çıktık. Ancak aklım orada, hastalardaydı.
Tam 55 yıl sonraya geldik. Yıl 2022. Bu hafta, Ocak ayının son haftası: Cüzzam Haftası. Ancak, cüzzamın kökü kazındı yurdumuzda. Yoksulluk, yokluk, doktorsuz, okulsuz, ilaçsız bir ülkede görünen bu hastalığın kökü kazındı yurdumuzda. 2008’den beri artık hasta yok. TÜRKAN SAYLAN bu hastalığın kökünü kazıdı. ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ BAŞKANI TÜRKAN SAYLAN ve ekibi sayesinde o hastalar tedavi edildi. O hastaların çocukları da ÇYYD burslarıyla okullu oldular. Doktor olanlar dönüp o yöre insanlarına günümüzde hizmet veriyorlar.
Saygıyla…
*Trabzon Öğretmen Okulu binasını sonraki yıllarda fotografladım. Öğretmenlerimizden bir bölümü.
*Öğretmen Okulu bitti, ilkokul öğretmenliğine başladım 17 yaşımda. Para nedir bilemezdim zaten, maaş da vermedi devlet dört ay. Yaşım küçükmüş. Öğretmen olarak atama yaparken büyük müydüm yoksa? Ortaokulda okuyan kardeşim de yanımdaydı.
*O koşullarda İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü sınavlarına gitmiştim. Araklı’da köşe başında kitapçı olan o olağan üstü karakter olan kişiden borç almıştım. (Not: Öğretmen Bey, yeter ki oku. Okuyanda param kalmaz demişti.) Nasıl sevinmiştim, nasıl! Sınava giderken anam iki rekat namaz kıldı ve “Allahım oğluma sınavı kazandırma” diye dua etti. Yoksulluk! Kazanmışım da haber ulaşmamış adresime, ya da duyurmamışlar. Kaç yıl sonra öğrendim.
*Kardeşim Mustafa da ortaokula başladı. Bir ablamın beir amcamın yanında…Neyse! Ben yanıma aldım. Araklı Ortaokulu, yürüme yolu var, bazı günler rastlarsa araba ile…Mezun edip Trabzon E. İ. Öğretmen Okulu’na götürmüştüm. Aydın Bey senin gibiyse kabülümüz demişti. Mustafa ilk yıl 15 dersin 14 ünden bütünlemeye kalmıştı. Yaz tatili yeni bir okul olmuştu köyümüz Türkelli’de. Sonuçta tümünü vermiş ve sınıfı geçmişti. Ama, ama, ama… Üç yıllık okulu bitirememiş, statü değişikliği yapıldığından sonraki senelere kalmıştı. Üç yıl olan okulu beş yılda bitiren bir kardeş…Ooooh! Ekmek elden su gölden!
*İki yıl sonra Akçaabat-Düzköy Merkez İlkokulu yeni yerim. Kardeşim saydığım, daha kaç kişiyle birlikte Çakıl Gazetesi’ni çıkardığımız arkadaşım Türkçe Öğretmeni Mustafa Gündüz beni evine aldı. Beni çok etkileyen insanlardan biridir. Çok kaliteli bir insan, çok değerli bir öğretmendi. O kadar çok kitabı vardı ki ve o kadar çok okurdu ki! “Bende hiç bir şey kaybolmaz ama hiçbir şey de bulunmaz” derdi. Daha sonraki yıllarda Mustafa Gündüz’e çok aramama karşın ulaşamadım.
*İlk sendika deneyimi. İlkSen kandırmacası, TÖS gerçekçiliği. İlk bildiri dağıtımı için köy yolları. Boykota katılşım sonrası Akçaabat Mahkeme kararı ile ilk ceza ile ücret kesimi.
*Sınıf arkadaşlarım, kardeşler Saime Köşe ile Behçet Köşe de Düzköy’deydiler. Babaları adaşım Şakir Köşe Tarım KK Müdürüydü. Saime ile Düzköy Merkez İlkokulu’nda çalışıyorduk. Düzköy Ortaokulu’nda öğretmen eksikti, derslere giriyorduk.
*İlk resim atelyemi İlkokulumuzun boş bir dersliğinde kurmuştum. Düzköy Belediye Başkanımızı kan davası nedeniyle Ecevit’in Trabzon’da yaptığı salon toplantısında yaşamdan koparmışlardı.
*12 Mart 1971 neden niçin yapıldı, anlamamıştım. Sonraki yıllarda tak tak kafama vura vura öğretmişlerdi.
*Sonra Yenice Ülkü İlkokulu. Bando ekibi.
Ortaokulda Resim öğretmenliği. TÖB-DER kuruculuğu. Tabelacılığın sürmesi.
*Oradan Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü için İstanbul yollarındaydım 1976 da. Sanat kanalına akar yüreğim. Karabük’te bana okumam için atamam yapılana değin sağlık raporu vererek okumamı sağlayan doktoruma saygıyla.
*Kadıköy Kaptan Hasanpaşa İlkokulu ile Eğitim Enstitüsü’nü birlikte götürmeye çalışmak. TÖB-Der’li olmak. İlk tutukluluk; 12 Eylül 1980. İşkencelerden kısa bir süre sonra yine öğrencilere dönmek. Şair ile birlikte salıverildik. Bana ” koş şu tellerden bir an önce çık” demişti. Ama O da biliyordu ki, ülkeyi hapisaneye çevirmişlerdi.
*Girmiş olduğum yol bu para ile yürümezdi. Kafam karışıktı bu yıllarda. Kapitalizm, sert bir yaşam koydu önüme. Seçimim yoktu. Zaman acımasızlığı dokumaktaydı. Haksızlıklara uğradım ve adaletsizlikleri fark ettim. İlerleyen günler güzel yurdumu 1980 faşist yıkımına doğru götürdü. O zorbalıkları yaşadım. Ama aklım, artık emek ile atmaya başladı.
*İlk nikah, tayin olmak isteyen bir öğretmen ile ama evlenmeden ayrılık. Ve yine kısa bir süre sonra eşim Handan ve yine kızımız Toprak ile buluşmak.
*İki Resim Eğitimi kitabımın Esin Yayınları tarafından basılması. Cağaloğlu yokuşunun, o gönlü bol ESİN YAYINLARI sahibi iki kadınına saygıyla.
-6-14 Yaşlarında Resim-İş Eğitimi
-14-18 Yaşlarında resim
*Orta öğretime geçiş. Ümraniye Lisesi, Kadıköy İmam Hatip Lisesi. Aynı yıllarda İTÜ’de yüksek lisansı iyi derece ile kısa sürede tamamlamak. Ama dil sorununu bir türlü çözememek. Dil nedeniyle doktora yapamamak! Sonra Kadıköy Kız Lisesi. Üç yılda (5 dönem), resim seçen 28 kızımdan 22 sinin fakültelere girmesi.
*1995 yılından başlayarak, Birleşik Metal İşçileri Sendikası’na bağlı, Gönen Kemal Türkler Eğitim ve Tatil Sitesi’nde; Süleyman Üstün öğretmenimin yöneticiliğinde çocuklara yönelik “GÖNÜLLÜ GÖREVLİ” olarak çalışmak. Resim, yüzme öğretmenliği.
*Sanatın gereksiz bir takım kişilerin elinde bozularak kullanıldığını, yoz ilerleyişini gördüm, canım acıyarak.
*1995 yılında SÜLEYMAN ÜSTÜN ve KANATLARIMIN SESİ adlı kitaplarımın Heyamola Yayınlarınca basılması : BASILAN KİTAPLARIM
(NOT: 2022 yılında bitirdiğim, öğretmenliğimdeki, buradaki notlarım ve incelemelerimle yazdığım “Çocuk Resimlerini Okumak” adlı kitabım basılmayı bekliyor. 2025 yılında basılıyor. MÜJDE! )
*17 yaşından beri ayrılmaz parçam olan resmi, fotografı, heykeli, şiiri, dilli kavalı sürdürüyorum. Ama “öğretmenlik yaparak sanatın hiç bir dalı yükselemez” kararına vardım sonunda.
*Bir çok deneyimden sonra bir manifesto ile FİGÜR RESMİNE karar verdim. “Tresimleri” üretmeye başladım. (SEKİZ KENARLI T )
*Güzelliklere attım her adımımı.
*Yaşamın dengesi güzelliktedir, güzellik dengedir.
Zor bir iş ama çok keyifli Foto Muhabir olmak. Pandemi ile ara vermek zorunda kalmak…
GÜZELLİKLE…