Sanatçı ve Resim Denen Oyun?

Resim, bir oyundur.

Yaşamın dengesini arayanların oynadığı bir oyun. Oyun içinde biçimlenerek oluşan anlatımdır.

Denge gelişmiş beyinlerin kurabildiği görsel / işitsel şölendir. Rastlantıların da payı değerlidir.

Oyun çağı dediğimiz çocukluğumuz “denge” için değerli yaşlardır. Oynana-maya-n oyunlar incelendiğinde, ortaya önemli ölçüde “ben” çıkacaktır.

Çocuk eğitiminin bu yaşlarda başlamasını isteyen gerçek eğitimciler, çocuğun gelişmesini, o ülkenin olumlaşmasını, kalkınmasını yani bağımsızlaşmasını hedeflemektedirler. Bu da bağımsız kişilikleri yaratacaktır. İç içe geçen bu davranımlar, süreçte bir birini besler. İşte bu bağımsız kişiliklerle başarılabilir, gerçek GÜZELLİKLER.

Bağımsız kişiliklerin gelişimi, öncelikle o toplumun; doğurduğu, kendi çocuklarına bireylere bu oyunu başarıyla oynatabilmesine bağlıdır.

Bu oyun o zaman, adam olur, şiir olur, tiyatro olur, heykel olur, dans olur, müzik olur, RESİM olur: SANAT OLUR. İktidarlar SANAT ve oyunlara düşmanlık yapıyorlarsa, bilin ki; insanlarının-ülkesinin düşmanıdır.

İşte her toplumun- bir ivme, bir sıçrama yapması için – kulağının biri, umutları SANATÇILARDA olmalıdır. Tarih, başarılı olan devlet adamlarının, sanatçıları izlediğini, mutlaka feyz aldığı sanatçıları olduğunu yazıyor.

Yaşamın dengesi “GÜZELLİKLER”dedir.

Güzel, “SANAT”tır.

GÜZELLİKLE…

Resim Denilince, Ne Anlıyoruz?

Resim nedir?

Resim dediğimizde ne anlarız?

Resim sözcüğünün dil karşılığını aramıyoruz. Anlamsal değil irdelediğimiz, Görsel olanı tanımlamaya dair çabamız. Resimsel olanı yazalım istiyoruz.

Resim el ile yapılan çizgisel ve renkli çalışmalardır. Burada belirtilen resim; çizim ve rengi kapsamaktadır. En genel tanımda duralım. Yani makinenin yaptığına resim diyemeyiz. Makine çizip boyayabilir mi? Olabilir. Yapılan çalışma, o işi yapan makine ile adlandırılır. Fotograf makinesi ile yapılıyorsa FOTOGRAF denir.

İşte burası ayırım noktasıdır. Fotograf farklı bir iş, resim başka bir iştir. Daha başka söylersek: MAKİNENİN YAPAMAYACAĞI, RESİMDİR.


Şu iki örneğe bakalım:

İki çalışmada temel fark, ilki el ile yapılmış, ikincisi fotograf makinesi ile çekilmiştir. Demek ki bu net bir ayırımdır. Biri RESİM, ikincisi de FOTOGRAF tır. Bu farklılık netleştiğinde bazı soruları gene sorabiliriz. Fotograf gibi resim yapılmaktadır. Ona ne diyeceğiz? RESİM diyeceğiz. Çünkü el ile yapılıyor ve ne denli benzetilmeye çalışılsa bile, asla fotograf olamaz. Fotograftan yapılanlar da resimdir. Böyle olsa bile, incelendiğinde fotografa benzemeyen çok yer bulunabilir. Resim eğitimi sırasında, resimlerden kopya yapılmaktadır. Bu çalışmalar birer okuldur, çalışanı -alabiliyorsa- çok geliştirir. O yapılan kopyalarda bile sayısız benzemeyen yerleri bulabiliriz. Diyebiliriz ki, RESİM FOTOGRAFTAN FARKLIDIR.

Resim diyebilmemiz için, çizgi ve renkten birisi ya da ikisi ile çalışılması gerekmektedir. Bu mağara resimlerinden günümüze böyle ola gelmiştir. Günümüzde DIGITAL RESİMLER yapanlar da bulunmaktadır. Böyle çalışılanlar da resimdir. Bu konuyu DIGITAL FOTOGRAF ile karıştırmamalıdır. Çünkü fotografın tüm görselini makine tamamlamaktadır. Bilgisayarla da çalışılmış olan DIGITAL RESİMLER in tüm görselini makine tamamlamıyor, insan eli tamamlıyor.

Burada asıl bir konuyu açmamız gerekmektedir. Elle yapılan her çalışma resim midir? Evet, RESİM dir.

Başka bir soru daha sorulmalıdır ki, resim dediğimizde ne anlayacağımızı netleştirelim:

Her resim sanatsal değere sahip midir? HAYIR! İşte asıl burada büyük bir ayırım yaşamaktayız.

Pekiyi, resmin sanatsal değeri olabilmesi nelere bağlıdır? Bakalım.
• Fotograftan farklı olmalıdır.
• Biçimsel yapısı el ile yapıldığını fark ettirmelidir.
• Plastik yapısı olmalıdır.
• Orijinal olmalıdır. Dünyadaki tüm resimleri inceleme şansımız olsa, diyebiliriz ki; dünyadaki tüm resimlerden farklı olmalıdır.
• Üslubu olmalıdır :Ustasının kişiliğini yansıtabilmeli: Ustasının duygu, fikir, beceri, hayal gücü, içerik, biçim gibi özelliklerini bütünlüğü içinde verebilmeli.
• Çağında olabilmeli, çağını anlatabilmeli. Sanatçı toplumunun itici gücüdür. Bu sanatının da toplumundan ilerde olmasını gerektirir.

Sanatım Üzerine

*Doğadaki zıtlıklar sanatımın temelini oluşturuyor.*


-Kompozisyonun bütününü, boş-dolu zıtlığı kurgular.
-İçerik, biçimi sarmalar. Ona can kattığı ölçüde bütünselleşirler, yetkinleşirler. İçerik, yaşamdan anlardır.
-Zıtlıklar, bir düzen içinde dengelidirler. Denge, sanatımın vardığı yetkinliğin diğer adıdır: Zıtların bütünselliği. Biçim-renk dengesi ile içerik dengesidir bu. ‘Ben’ deki biçim-renk dengesi, içerik ile bütünlenir. İçerik ’ben’ deki- lerin dışavurumudur.
-Biçimlerdeki zıtlıklar hareket ile düz biçimlerdir. Hareketli biçimlerin içi ton zıtlığı, miktar zıtlığı, sıcak-soğuk zıtlığı ile doludur. Düz biçimler kendi içinde zıtlık taşımaz. Hareketli biçimlere zıttırlar. Zaman zaman uyum içinde olabilirler. Bu kez zıtlığı, düz biçimlerin içindeki hareketli elemanlar sağlar. Zıt olan bu biçimler aynı zamanda birliktirler. Resmime can veren bu kandır.
-Sanatımdaki biçimlerin-elemanların figür-süz-lü olması anlatımımı etkilemez.

-İzleyicim ile ortak noktamın olması, bu noktada buluşabilmem tercihimi belirler. Bu sanatımdan ödün değildir.
-Gelecekte yapacaklarım hakkında şimdiden sözüm olamaz. Ancak hayallerime sınır-sansür uygulamadığımda üreteceklerimin çapı büyüyecektir.

-Üreteceklerime birikimim yön veriyor.

-Çalışkanlığım kendime saygımdandır.

-Ürettiklerimde sorumluluk bana aittir.

-Eleştiriye evet, hesap vermeye hayır. İç hesaplaşma çerçevesinde, salt kendime hesap veririm.

Şakir Sağlam

“İLK”lerim

Her kişinin “İLK” leri vardır ya! Benim ilklerimden bazıları:

  • İlk, 6 yaşında iken; 34 yaşındaki kadına aşık olmuşum…
  • İlk resim övgüsünü, ilkokul 5. sınıfta Şükriye öğretmenimden almışım. Arkadaşlarım söylediler.
  • İlk, ortaokul 1. sınıfta Türkçe öğretmenim, bir öyküm için “Ömer Seyfettin” sanını vermişti. Bu öykü sonrasında, Beşikdüzü Ortaokulu Müdürü Mustafa Çaldağ, odasından geçilen kütüphanenin anahtarını bana vermişti.
  • İlk, çobanlık yaparken çakı ile yontarak eklemleri dahi belli olan insan figürü heykelimin aynısını, yıllar sonra Alman dergi kapağında görerek hem sevinmiş hem de şaşırmıştım.
  • İlk, şiirim ve öyküm, öğretmen okulunda iken edebiyat öğretmenimiz Mehmet Albayrak denetiminde, Raif Özben, Mustafa Gündüz, Zekeriya Saka ve diğerleri ile basımını ve dağıtımını Trabzon’da yaptığımız “ÇAKIL” dergisinde yayımlanmıştı.
  • İlk, Trb. Erkek İlköğretmen Okulu’nda “İzci Takımı” ile çok keyiflenmiştim.
  • İlk, öğretmen okulunda okul bağlama takımında çoban ( dilli ) kavalımla çalmıştım.
  • İlk, Trabzon’da Ahmet Selim Teymür, yönetimindeki “Klasik Türk Müziği Korosu” na beni de kabul etmişti.
  • İlk, öğretmen okulunda elitcimnastik ekibiyle Avni Aker Stadyumunda 19 Mayıs gösterisine çıkmıştım.
  • İlk, Trb. Erkek. İlköğretmen Okulu’nda demokratik seçimle öğrenci yönetim kurulunda görev almıştım.
  • İlk, lisanslı olarak “MARTISPOR” da basketbol oynadım. Sonra Martıspor katılarak, TRABZONSPOR kuruldu, lisanslı ilk basketbolcularından olmuştum.
  • İlk resim sergisine bir yağlıboya resim ile 1965 yılında Öğretmen Okulunda katıldım.
  • İlk kişisel resim sergimi Trabzon’ da açtım.
  • İlkler önemli mi böyle, bilmiyorum. Niye yazdım!!! Bilmiyorum…

Ama bildiğim üç şey var:

  • İlki, acılarımdan söz etmeyi yanlış buluyorum. Onları sanatımla anlatmaya yöneldim.
  • İkincisi; çok mutluluklar yaşadım. Asla gözüm arkada değil.
  • Üçüncüsü ise; asıl ve en büyük mutluluğum, dünyadaki tüm halkların mutluluğu gerçekleştiğinde olacaktır.

Manifesto

Bu manifesto zorunluluk olmuştur.
İç hesaplaşmamın kamuya açıklanması gerekli olmasa da, sanatımda bir dönüm noktası olması nedeni ile bilgilendirilmesi, duyulan saygı gereğidir.
Önceki çalışmalarımın farklılıkları bana aittir. Zaman, arşivlerimi çalsa da benimdirler. Fikir ve yaşamımdan özlerdir. Ancak, bana ait olsalar da onlardan; severek, aklımda tutarak ayrılıyorum. Her tür figürlü ya da figürsüz, okul ya da bireysel; kişilikli sanatsal çalışmaların yaşamımızı güzelleştirmeyi sürdüreceğine güveniyorum.
Şimdi; T resimlerimi FİGÜR İLE buluşturacağım.
Neden T ve neden figür?
T biçim olarak; evrenin üzerinde durduğu dik açı, yaşamın dengesi, simetri, bir resim ve birden çok resmin tek resim oluşturması anlamlarını doldurur. Ayrıca can aldığım, yön bulduğum, güç topladığım, aşk derlediğim, biriktirdiklerimi üretime dönüştürdüğüm, aklımı sunduğum Türkelli, Trabzon, Türkiye ve Tünya adlarının, Toprak kızımın adının biçimsel dışa vurumudur.
Figür resmi bana ne der?
Figür, her var olanın bütünüdür. Yapısının toplamını anlatır. Bu bütün, içinde olumlu ve olumsuzlukları da taşır. İşte bu olumluluklarla ilgilenen, onu eviren, çeviren, üreterek yeniden yaşama sunan o enerji beni çekmektedir. Açmazlarıyla, sevgileriyle yeniden yaşamı dokuyan, güzel, çirkin, sevgili, düşman o güç beni çekmektedir. Gövdesiyle, içiyle-dışıyla bana bak diyen o güce bakmak istiyorum. Olağan üstü çekicilikleri ve çelişkileri ile dolu olan doğa, nesneler, evrenin bilinmezliklerinin içinde beni en önce meraklandıran o gücü araştırmaya yöneldim. O gücü, beyni, yüreği ve fiziğini saygı ile değerlendirmeye, araştırmaya karar verdim. O güç yaşamın öznesi, yaşamı güzelliklere doğru çeviren “İNSAN”dır.
Bu nedenle var olan bütünler / figürler içinde insan figürü çalışmaya karar verdim. Bunun sanatsal adı “FİGÜR RESMİ”dir. Elim fırça tuttuğunca, dilim söz söylediğince, dizim can bulduğunca kararımdır.
Kabul görmesi zorunlu değildir. Kabul olursa sevincim sınırsız olacaktır.
GÜZELLİKLE. 

Şakir SAĞLAM / 2001- İSTANBUL