Yine Bir Seçim Olabilir.

Ya seçim olursa!

Seçim, adı üzerinde farkları olanlar arasından, özgür irademizle değerlendirme yapmamız gereken bir eylemi anlatır. Politik alandaki seçimlerden söz ettiğimize göre, partileri de ele almamız gerekir.

Kısaca, iki durum olmalıdır: 1- Partilerin Farkları olmadır. 2- Özgür irademiz olmalıdır.

Değerlendirme yapabilmem için; partilerin farkları olmalı ve ben özgür iradeli bir yurttaş olmalıyım. Eğer bu ikisi varsa seçimin sonucu ne olursa olsun saygı duymak gerekir.

Bu iki durumu irdeleyelim, gerçekte bu iki durumu iç içe geçmiş olarak yaşamaktayız:

1- Partilerin Farkları olmadır.

Bizi yıllardır kaynaşmış bir toplum durumuna getirmeye çabaladı tüm yönetimler. Yani farkı olmayan toplum olarak görmeye ve göstermeye çabaladılar. Bunun için Devlet yapısı aynı kaldı görüntüsü altında eğitim, yasalar, polis, ordu değiştirildi. Bunları savunan partiler oluşturuldu. EMEK dışında; Din, dil, ırk, bölge, cinsiyet ayrımcılığı üzerine politika yapanlar çoğaldı. Bu tür politika yapanlar toplum düşmanlarıdır. Ama, bir dünya politikası haline getirildi. Bunlara inanmamak gerekir. Çünkü; bizim partilerimiz dincilik, ırkçılık, bölgecilik, cinsiyet ayrımcılığı ve emek düşmanlığı üzerine politika yapıyorlar. Aynı kapitalizmin egemen olduğu ülkelerdeki gibi. Peki farkları ne? Yok…

SATIŞ YAPIYORLAR: Din, dil, ırk, bölge, cinsiyet satışı durdurulmalıdır. Hatta, yasa ile yasak olmalıdır.

Bakıyoruz bu gün, dinimle Allah’ım arasında aracı olamaz diye bir din kuralı varken, hem de her parti aracı durumda. Bütün din adamları aracı durumda. Laiklik kavgası yaratılıyor? Dincilik yani şeriat alevlensin ve insanlar şeriat kavgasından başka bir şey göremesinler diye. Doğrusu ne, din üzerine politika ve partileşme yapılamaz: Herkes dinini-ibadetini özgürce ve gösterişe düşmeden yaşar. Kimse kimsenin dinine ibadetine karışamaz. Türkiye’de bu özgürlük var zaten. Ama din özgürlüğünden yararlanıp, Türkiye’yi şeriat ülkesi yapmaya çalışan politikacılar araya girenler dinime küfrediyorlar. Hatta öyle yalanlar uyduruyor ve fısıltı gazetesine uyguluyorlar ki, bu günkü (2023) haldeyiz.

Irkım üzerine söz hakkı yalnızca benim olması gerekirken, her parti ırkçı durumda. Türk ırkı üzerine politika yapanlar bana da öteki ırka da saygısızlık yapıyorlar. Yani o üstün ırk, ben kötü ırk mıyım? Ya da tersi miyiz? Bunu neden yapıyorlar? Din üzerine politika yapanlardan kurtulan olursa, çelmeyi ırk politkası yapanların ağına düşsün, kurtaramasın diye. Bütün ırklar kardeştir gerçekte. Irk üzerine politika yapanlar ırkıma küfrediyorlar.
O halde,Irk üzerine politika yapanlar tarih boyunca suçludurlar.

Aynı düşünmeyi sürdürünce farkları olmadığı görünüyor. Biliniyor zaten.

Düşünmeyi şöyle de sürdürebiliriz;
* Müslümanın yemek ihtiyacı var, hıristiyanın da. Partililer benim yemek ihtiyacım üzerine politika yapsınlar öyleyse.
* Türk hasta olabilir. Kürt de, ermeni de, İngiliz de olabilir. Partililer benim hastalığımın tedavisi üzerine politika yapsınlar öyleyse.
* Kadının da yaşamaya ihtiyacı var, erkeğin de. Partililer benim yaşama ihtiyacım üzerine politika yapsınlar öyleyse.
* Yaşlı insanın da genç insanın da işe ihtiyacı var. Partililer benim iş ihtiyacım üzerine politika yapsınlar öyleyse.
* Türkiye’nin doğusunun da, batısının da kalkınmaya ihtiyacı var. Partililer benim kalkınma ihtiyacım üzerine politika yapsınlar öyleyse
* Her insanın bağımsız bir Türkiye’de, insan onuruyla yaşama hakkı vardır. Partililer benim bağımsız Türkiye ihtiyacım üzerine politika yapsınlar öyleyse.

Bu düşünme yöntemi doğruysa, ki bana göre doğrudur; bu partilerin farkı yoktur.

2- Seçerken özgür müyüm?
Birkaç soru ile başlayalım: ÇOCUKLUĞUM HANGİ ORTAMDA GEÇTİ? Bireyi özgür yetiştirmenin koşulları ile mi büyütüldüm? Ailemin fikir yapısı, okul programları, öğretmenim eğitimcilik düzeyi, okutulan kitaplar, mahallem ve köyümün gelenekleri…Tüm bu sorular daha çok, siz de biliyorsunuz…
Ama asıl soru şu; neden Türkiye’de yeterince fabrika yok? İş alanlarının azlığının diğer sorunları çoğalttığı bilinen bir gerçek zaten. “Çünkü, demokrasi fabrika ile olur.”


Şimdiiii, bu partilerin farkı yok ve ben özgür değilim.

Bütün bunlar bir oyun ve bu oyunu SERMAYE oynuyor.
Haydi o zaman; soralım ve öğrenelim: Sermaye ne?
HAYDE!!!

Yarısı Dolu!

Zamanla yazı okur ya da konuşmalara tanık oluruz. Sonlarına olumsuzluklar eklenmiş olan. Örneğin; bir olay olmuş yurdumuzda, protesto edilmesi gereken bir durum diyelim. Bu durumu vıdı vıdı yapanlar eklerler sözün sonuna…ses yok, çıt çıkmıyor, nerdeler? vb.
Özünde bu ekler, kişinin psikolojik özelliklerini belirtir, açıklar. Çünkü Türkiye ve dünyada ortalık kaynıyor. Hala nasıl ses yok, çıt yok denebilir! Az denebilir. Yetmedi denebilir. Daha çok olmalı denebilir. Tabi olumsuzluğu konuşmak, söylemek bir propagandadır. Kimse yok siz de kıpırdamayın demektir. “Dünyadan haberim yok” da demektir aynı zamanda.
     Bardağın dolu ve boş tarafını anlatmak için olumsuz psikolojideki insanlar yarısı boş derler, olumlu psikolojideki insanlar yarısı dolu derler.
     Bu tür yazılar kime hizmet ediyor bakalım…
     Örneğin seçim zamanı yaklaştıkça bir dedikodu yayılır, fısıltı gazetesi  çalışmaya başlar. Öyle kendiliğinden başlamaz çalışmaya. Bir makenizma başlatır bu fısıltı gazetesini. Amerikan seçim propaganda sistemi diye bir şey çıkardılar, öyle bir reklam çarpıyor ki beynimize, şaşkına dönüyoruz. Bir süre sonra da bize söyletmek istediklerini yolluyorlar. Beynimiz yavaş yavaş uyuşup kapanıyor, sonra açıldığında propagandacıların istediklerine yöneliyor. Fısıltı gazetesi bu değil ama işlevi aynı. Durmadan yayılır yaşamın her alanına, sıkça duyarız: Zaten o kazanır. Hangi parti var ki. Kime oy verelim ki. Hepsi çalıyor. Kötünün iyisi. Ve buna benzer başlıklar.
     Buna benzer başka konular konuşulurken artık alışkanlık olmuştur, giderek dilimiz alışmıştır, aynısını konuşmaya başlamışızdır. Şaşırmayız artık dilimize.
     Şeçim biter dediğimiz de çıkar. O zaman dememiş miydim gibi sözlerle, çıkan kötü sonucu doğru bildiğimizi savunur, cahilliğimizle övünürüz. Bize dedirtilendir bu sonuç.
     Pekiyi, şimdi soralım kendimize; kimin hedefini destekledik bu tür konuşmalarımızla? Farkında olmadan kime oy kazandırdık?
     Bir soru daha soralım kendimize: Nasıl konuşalım?
Bunun yanıtı tektir: GERÇEKÇİ. Abartmadan, azaltmadan konuşalım.
Örneğin: 7 Mart 2010 pazar günü Kadıköy’de Emekçi Kadınlar kazanımlarını başarmanın 100. yılını andılar. Binlerce kadın katılmış. Hadi söyleyelim; çıt yok, kimse katılmadı denebilir mi? Tabi denmez yanlış olur. Ne demeliyiz? Katılımı çoğaltmalıyız, heyecanı daha da yükseltmeliyiz. Ha işte bu sözler gerçeki olur.
GÜZELLİKLE

İşçilerin Kazanımları! Neden?

İşçilerin Kazanımlarını Kaldırma Planlanıyor?
Neden?
Geçmiş yıllarda alınan haklar, kazanımlardır! 2020 yılında işçinin kazanımları yok edilerek, sermayenin desteklendiğine tanık oluyor dünya!
Neden?
Bir gecede yasa paketlerini geçirenler, sıra işçilere gelince susuyorlar? Hatta, işçilerin kazanımlarını ellerinden alma yasaları hazırlıyorlar. O kadar çok örnekleri var ki!
Neden?
13 Mayıs 2014’te Soma madencileri yüzlerce kardeşlerini toprağa verdiler. İktidara en çok oy veren yerlerden Soma’lıların çocukları toprağa gömülenler.
Neden?
İktidar altı yıldır Soma işçilerinin haklarını vermemek için oyalama taktikleri sürdürüyor. Soma’nın caddesinde bakanlar tarafından, işçilerin tekmelendikleri görüldü.
Neden?
Sermayenin yüzünü en iyi otaya koyan olaylardan biri Soma idi. İktidardakilerin işi, yitirilen işçiler üzerinden politika yapmak. Hala yasaları çıkartmadan bekliyorlar.
Neden?
Geçtiğimiz günlerde o işçiler, seçtikleri temsilcilerini Ankara’ya gidip görüşme göreviyle, YOLA ÇIKARDILAR. Öyle engellerle karşılaştılar ki! Türkiye şaşırdı.
Neden?
Yine o işçiler, İzmir’de deprem olunca, direnişlerini iptal edip, göçük altından insan aramalarına katıldılar.
Neden
Yeni torba yasada, işçilerin KIDEM kazanımları kaldırılılmak için hazırlanıyor? İşçiler eylemlerle seslerini duyurmaya çabalıyorar. Dünya duydu, destek veriyorlar. Oysa Türkiye’de iktidar yanlısı sendikları, uyuyorlar,
Neden?
İktidar yanlısı sendika olur mu? Türkiye’de işveren sendikasıı yıllarca var.
Neden?
İşverenlerin vergi borclarını ayarlayan iktidardakiler, çok iyi hesap yapıyorlar. Yeni yapılan köprü ve benzerlerinin ödemelerini ayarlamışlar ve yükseltmişler.
Neden?
Ayarlanan vergi borçları, köprü paraları, işçilerin alacaklarını çok rahat karşılar ki! İktidardakiler, kimden yana olduklarını artık gizlemiyorlar!
Neden?
Nedenleri dilediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Ama gerek yok!
Neden?

Heykel

Sanat, yaratmaktır. Yaratıcılık, sanatçının üretim sürecidir. 

Sanatçı insandır.

Bazı ilkelerim:

* İnsanlardan alıp, yeni biçimini yaratıp ve yine insanlara geri vermek. (Üretiminin kaynağı, nedeni, besini insandır.)

* Birliktelik, “Yaşama tutunuş.”

* Üretim: Kavram, kurgu ve uygulama.

* Kavram, heykelin canıdır. Malzeme fiziğidir.

* Yararlı ve güzel olanla yürüyüş.

* Giz değil; açık, anlaşılır olmak .

* Olağanüstü değil, olağan.

* Sade ve az malzeme ile şatafatın kirini azaltım.

* Geçmişin deneyim ve uygulamalarını içselleştirerek, yenidenlik.

* Farklı malzemeleri uyumlulaştırmak. Farklı insanların, farklılıklarıyla uyum sağlayabilmelerine yönelmek.

* Kolaylılık özelliği ile “ben de yaparım” duygusunu ve kendine güveni yaşatmak.

* Kendi kültürlerine bakabilmek, görmek, anlamak, sormak, tartışmak, sorgulamak, çözümlemek.

* Doğadan alınanı, doğaya salmak. Hak edene sunmak.

* Atılanları değerli kılmak; yeniden var etmek, işe yaratmak, öp olmaktan kurtarmak.

* Her insan tarafından ulaşılabilir olmak. “HİRA DAĞI” na oturmamak, oturtulmamak.

* Heykelin, “Kaide” sınırına hapsolmamak, kendi tabanı-ayakları üzerinde durarak insanlarla buluşmak.

* Yalnızlık – kendi başınalık değil; insanların arasındalık. Kentte, köyde, evde insanlarla yaşamak.

* Geleceğe yolculuk.

* Çeşitli uygulamalarla, doğa koşullarına içerde ( küçük boyutlu) ve dışarda (büyük boyutlu-abide) dayanıklılık, yaşayana direnci taşımak.

ÖRNEKLER:

Dilli Kaval

Re dilli kaval sesi

Kaval, içi boş boru gibi ahşap ya da metalden yapılır. Önde yedi, arkada bir deliği bulunur. Üflemeli bir çalgıdır.

Köyümüzün ünlü kaval ustalarından Kasım Gürsoy abinin bana armağanı-1965

Bu kavalın ölçülerini gönye ile aldım. Üretmek isteyenlere bir yardımı olur mu bilemem. Çünkü, üretmek isteyenlerin hayli zorluk çekeceğini düşünüyorum. Deliklerin delinmesi bu zorlukların başında gelir. Deliklerin çapı, delme sırasında matkap ucunun eğimi, deliklerin aralık ölçülerinin tutturulması gibi…

Dilli Kaval 
Üfleme deliğinden dil takılarak ses elde edilir. Bu dil nedeniyle adı dilli kaval olarak bilinir. Dilli kavallara halk dilinde çoban kavalı da denilmektedir.


Dilsiz Kaval
Dili olmayan ve içi tam boru gibi boş olan kavallara da dilsiz kaval denir.
Diğer üflemeliler
Üflemeli çalgıların ney, mey, duduk, zurna, pan flüt, klarinet gibi farklılıklar gösteren türleri, farklı amaçlar için günümüzde kullanılmaktadır.
Kavalın sesi yanık, duyguludur. Çoğunlukla çobanlar kullanır ve çobanın kaval çalarak, koyunları suya indirme öyküsü nerdeyse herkes tarafından bilinir.
Kaval doğu kültürlerinin çalgısıdır, batı müziğinde yoktur. Batı müziği çok seslidir. Çok sesli orkestra içinde, tek sesli olan kavala yer yoktur. Kavalın batı müziğindeki karşıtı blok flüttür. Blok flüt gibi yine batı müziğinin üflemeli çalgısı yan flüt olarak bilinen flüttür.
Batı müziği içinde kullanılan blok flüt de yetersizdir. Çünkü piyanonun tüm seslerine uyum sağlayamamaktadır. Bu konuda dilli kaval alanında olumlu gelişmeler vardır. Örneğin, piyanonun tüm seslerini verebilecek sayıda olan, on iki kaval üretilmiş ve orkestra için düzenlemelerde yer almıştır.
Öndeki yedi deliğin ilk üst beşi kapatılarak alınan ses, piyanodaki ses karşılığına denk düşen sesin adı ile anılmaktadır. İşte dilli kavalın adı, bu beşinci deliğin verdiği karar ses adı ile adlandırılmıştır.

Köyümüz Türkelli’de ineklerimizi otlatmaya götürünce, oralarda yapıp çalmaya başladığımız düdüklerden ikisi. (Aslında dilli kaval) Nota olmadan çalardık. Kulaktan öğrendiklerimiz elbette yetersizdi. Ama bu bir oyundu bizim için ve yeterdi.

Dilli Kaval çantam.

Kavallarımı toplu olarak taşımak için ürettiğim bir çenti (çanta). Kişisel olarak geliştirdim. Anamın üretimi olan DASTAR, günümüzdeki battaniye yerine kullanırdık. Çok sağlıklı olurdu. Doğaldı. Renkleri asla solmaz. 60 yıl olmuş üretileli hala renkleri ilk canlılığında. Yün olduğu için kapalı alanlarda kalırsa GÜVE saldırısına uğrayacaktır. Benim dastarım da öyle oldu. Kalanları böyle biçim değiştirerek yeniden düzenledim. Üzerini boncuk-düğme-püskül ile işledim. Püskülleri yünden yaptım. Dikişlerini yün iplikler ile diktim. Bağlardan yararlandım. Uymadığı durumda yeniden ördüm. İçini boru gibi kartonlardan kaval kalınlığında yaptım. Dışını da dastardan tamamladım. İşte oldu.  

Sanat Eğitimi, Kazandırdıkları ve Kredili Sistem

Eğitimin çok tanımı yapılmakta.
Örneğin bize göre olanını yazalım: Canlının gizli kalan gücünü ortaya çıkararak, en üst kaliteye yükseltme işidir.
Sonrasında, kaliteli bir üretimdir, amaç. Kalite, eleman, malzeme, makine ve programın kaliteli olması ile gerçekleşir. Birinin kalitesiz olması diğerlerini olumsuz etkiler. Çok iyi bir öğretmen olsa da, yetersiz bir program, yetersiz bina, yetersiz malzeme ile insanı kaliteli yapamayız.

Ayrıca; eğitilen kişinin yazılımı-genleri elbette çok çok önemlidir.

Foto: Şakir Sağlam / Sinop, Nükleer Karşıtı Platform etkinliklerinden.

Anımsarsınız; 1992 yılında istifa etmiş bir hükümetin Milli Eğitim Bakanı olan Avni Akyol giderek ayak, üç ay kala birden bire bir uygulama başlattı: KREDİLİ SİSTEM.

Bu sistemin üç ayağı vardı: Öğretmen+bina+kitap (program)dı. O biliyordu ki; bu sistem harika bir sistemdir. Böyle bir sistem HALKIN ÇOCUKLARINA YARARLIDIR. Bu yararlı programı öyle bir konuma getirmeli ki, tartışılamayacak konuma düşürmek gerekir ki bu ülke böyle bir deneme yapamasın, yapmaya kalkmasın. Bunun da yolu, pat diye, hazırlanmadan uygulamaya başlarsın. Başarısız olur. Halk olumsuz yargılar. Yıllarca bu yargı silinemez, ortadan kaldırılamaz. Buna benzer bir uygulama yıllardır inançlar üzerinde oynanıyor. İnançlar politikacıların ellerinde oyuncak. Bu yolla kurgulanmış, etkileri olumsuzlaştırılarak artırılmıştır dünyada. Yüz yıllardır bu olumsuzluktan, sermaye işine geldiği gibi yararlanıyor. Günümüzde seçimleri göz önüne alınca, her şey netleşiyor değil mi? 2015 seçimlerini bir bu gözle değerlendirir misiniz?

Akyol uygulamaya başladı. Oysa gerçekte bu üç ayaktan hiç biri hazır değildi. Başarısız olacaktı. Belliydi. Öyle oldu. O sistemi yaşayanlardan, bu gün savunan yoktur. Hedef zaten bu sonu hazırlamaktı. Asla iyi niyete sığınılmasını doğru bulmuyorum. Eğer hedef olumluluk olsaydı; 60 yıl önce uygulanan ve UNESCO tarafından ÖRNEK EĞİTİM MODELİ olarak kabul edilen KÖY ENSTİTÜLERİ vardı gözler önünde. KREDİLİ SİSTEM, zaten o modelden yararlanılarak geliştirilmişti. Ben o sistemin içinde üç yıl öğretmenlik yapmış biriyim. Resim öğretmenliği sırasında zorluklarım oldu. Evet oldu. Ancak bana güvenen bir okul müdürüm sayesinde tüm olumsuzlukları aştık. Sonucu söyleyeyim: 28 resim öğrencimin 22 si Güzel sanatlar fakültesini kazandılar aynı yıl. Hiç reklama girmeden konuşuyorum. İsteyen araştırabilir. Kayıtları var.

Kadıköy Kız Lisesi-1994

Sanat tek başına kurtarıcı olamaz. Ama O, İNSANI YARATIR.

Eğitim bir süreçtir. Amaç insandır. Buradaki “insan” gerçekte “canlı” düşünülerek yazılmıştır. İnsan, fiziksel ve tinsel olarak bir bütündür. Sağlıklı bu ikili, sağlıklı birey demektir. Sağlıklı birey, güzel görünür. Güzel görünen, onun yaydığı güzel enerjidir.

Çünkü; O, Güzel insandır.

Güzel insan; güzel dillidir, güzel işlidir, güzel giysilidir, güzel çevrelidir.
Güzel insan; haklara saygılıdır. Hakları ve özgürlükleri geliştirir.
Güzel insan; Sorumluluk alır. Kararlıdır. Tutarlıdır.
Güzel insan; güzeli çirkinden ayırır. Güzellikler üretir, çirkine yer bırakmaz.
Güzel insan; İnsana değer verir. Bilimden, emekten yana olur.
Güzel insan; dostluğa değer verir, başkalarının gelişimine de katkı verir.
Güzel insan; başkalarıyla yarışmaz, kendini aşmaya çabalar. Çalışkandır.
Güzel insan; soru sorar, yanıt arar. Her söylenen inanmaz.
Güzel insan; DİN, DİL, IRK, CİNSİYET ve BÖLGE ayırımını çirkin sayar.
Güzel insan; dünyadan ayrılsa bile ürettiği kalıcı yapıtlarıyla dünyayı ışıtmayı sürdürür.
SANAT EĞİTİMİ; böyle bir insanın gelişimine katkı sunar.

Eğer eğitim kurumları ve aileler; çocuk eğitiminde sanatı uygulamıyorlarsa ya da var olan sanat programları; programlardan kaldırılıyorsa; orada bilinçli olarak toplumu bilimden-gerçeklerden-insandan koparıp, dünyaya düşman olarak yetiştirmeyi planlamışlar demektir.
Sanat çalışmalarının yerine ne konmaktadır? Ezbere dayalı programlar. Kısaca, insanları oyalayacaklar programlardır bunlar. Gelişemeyen insan beyni; artık her türlü olumsuzlukla ilgilenecektir. Yanlışlığın, çıkarcılığın, kumarın, kısaca yeraltı dünyasının pislikleriyle ilgileniyor duruma düşürülecektir. BU SERMAYENİN BİR OYUNUDUR. İnsan olma erdemi başka şeydir elbette. Nedir o ? Adını net koyalım: Güzelliklerle yaşama erdemliliği.

Yenice Ülkü İlkokulu, bando ekibi. 1973 (Bu çok zor işi başarabilen çocukların en büyüğü 12 yaşında)

Köy Enstitülerinin programları, yaparak yaşayarak ilkesine dayalı ve serbest alanlarda uygulamalar ile doluydu. Sorgulayan akıl, tüm başarılardan mutluluk duyan yürekler, paylaşarak iş başarma mutluluğunu tadanlar hep birlikte öğreniyorlardı. Köy Enstitülerini kapatıp, Öğretmen Okulunu açtıklarında, tüm uygulamalar dört duvar arasına sıkıştırılmış oldu. Yıkım başladı. Tüm o güzellikler ezber uygulamalarla yok edildi. 66 yıl sonra 2020 Türkiye’sine bakanlar, bu sonuçları görebilirler.

İşte; GÜZEL İNSAN; tüm bu yıkımlara karşı direnecek, yurtseverliğini gösterecek ve yurdunu yaşanası bir dünya ile buluşturacaktır.

Bu O’nun insanlık onuru, evrensel sorunudur.

GÜZELLİKLE…

Nazım Hikmet’i Okumak, Anlamak

Nazım Hikmet; bilindiği gibi şair. Aktivist. Kuramcı. Yurtsever. Barışsever. Ama önce bir DÜNYA ŞAİRİ

NAZIM’ı OKUMAK hem gerekli, hem önemli, hem değerli, hem de zorunlu. Deneylerinden, bilgilerinden, çözümlemelerinden eksik olmak; eksik kalmaktır. NAZIM’ı okumadan olmaz. Açtığı kanalları, kurgusunu, biçemini okumadan yapmak; yapmaya çalışmaktır. Dünyada başka yapılanları da bilmek hatta…Çalışılacaktır elbette. Sürecektir elbette. Yeter ki; çalışılsın.

Bilinmelidir ki; ÖNCEDEN DENENMİŞTİR, DENENMİŞE DÜŞMEDEN okunmalıdır.

Nazım, dikkatle okunmalıdır. Abartmadan-küçümsemeden okunmalıdır diyenler çıkıyor. Nazım abartılamaz da azaltılamaz da. NAZIM’ı yalnızca dikkatle OKUMAK GEREK.

Okuyorum ve notlar alıyorum. Aldığım notlar kısa kısa. Anlam değişmesi ya da düşmesi olmasın dileğim.

Bazılarını buraya aldım:

*Sanatta tez; ideolojin olacak.
*Sanatta yan tutmak; iyi, güzel, mutlu ve hak.
*Sanatta iyimserlik; umutlu olmak.
*Sanatta yöntem; diyalektik materyalizm.
*Sanatın toplumsal işlevi; sanatta halka yakınlık.
*Namuslu eserler; memleketim, halkım, dünyam ve insanlık için en güzelini yapmak.
*Sanatın yapısı: İÇERİK+BİÇİM. İçerik biçimi belirler. İçerik biçim ile birliktir.
*Gerçekte var olan Biçim ile üslubu, bir ve aynı şey görenler; tek biçimciliğe ve dogmatizme düşerler.
*ÜSLUP (biçem) pürüzsüz, süssüz, şatafatsız, aydınlık ve içeriği en iyi belirtebilir olmalıdır.
*Bir yapıtın üslubu ile bildirimi arasında diyalektik bir bağ vardır.
*İçerik toplumcuysa, varsın binlerce biçim olsun. Ana çizgide bir olduktan sonra, biçim anlatım farklı olabilir.
*Maddeci diyalektik yöntemin kendi özüne ters; önyargılı, saptırıcı, rölativ (salt rölativ) uygulanması; SANATTA sekterliğe-dogmatizme ve revizyonizme yol açar.
*Provensiyalizm; yerel kültürü ayrıntılarıyle işleyendir.
*Felsefede MATERYALİST, yaşamda İDEALİST olunur mu?
*Evren, ayrılmazca birleşmiş, ZAMAN-UZAY-HAREKET-MADDE birlikteliğinden ibarettir.
*Hareket durumları ne olursa olsun, bütün sistemler için doğa yasaları aynıdır.
*Kolay olanı değil; kötümserlik kolaydır.
*TİPİKLİK; evrensel niteliği kazanmaktır.
*TİP; gerçekte var olan tiplerden edindiğin izlenimlerle, sentetik bir tip uydurmak; gerçekte var olan mükemmel tipi işlemek; yukarıdaki iki tipi bir arada uygualmak, ama ikincisi biraz daha geçerli; vee ÖLMEZ TİP çağını temsil eder. SENTETİK VE SOYUTTUR. SAHİCİDİR.
*Doğacılık-naturizm; doğalcılık-naturalizm.

 

Sanatçı ve Resim Denen Oyun?

Resim, bir oyundur.

Yaşamın dengesini arayanların oynadığı bir oyun. Oyun içinde biçimlenerek oluşan anlatımdır.

Denge gelişmiş beyinlerin kurabildiği görsel / işitsel şölendir. Rastlantıların da payı değerlidir.

Oyun çağı dediğimiz çocukluğumuz “denge” için değerli yaşlardır. Oynana-maya-n oyunlar incelendiğinde, ortaya önemli ölçüde “ben” çıkacaktır.

Çocuk eğitiminin bu yaşlarda başlamasını isteyen gerçek eğitimciler, çocuğun gelişmesini, o ülkenin olumlaşmasını, kalkınmasını yani bağımsızlaşmasını hedeflemektedirler. Bu da bağımsız kişilikleri yaratacaktır. İç içe geçen bu davranımlar, süreçte bir birini besler. İşte bu bağımsız kişiliklerle başarılabilir, gerçek GÜZELLİKLER.

Bağımsız kişiliklerin gelişimi, öncelikle o toplumun; doğurduğu, kendi çocuklarına bireylere bu oyunu başarıyla oynatabilmesine bağlıdır.

Bu oyun o zaman, adam olur, şiir olur, tiyatro olur, heykel olur, dans olur, müzik olur, RESİM olur: SANAT OLUR. İktidarlar SANAT ve oyunlara düşmanlık yapıyorlarsa, bilin ki; insanlarının-ülkesinin düşmanıdır.

İşte her toplumun- bir ivme, bir sıçrama yapması için – kulağının biri, umutları SANATÇILARDA olmalıdır. Tarih, başarılı olan devlet adamlarının, sanatçıları izlediğini, mutlaka feyz aldığı sanatçıları olduğunu yazıyor.

Yaşamın dengesi “GÜZELLİKLER”dedir.

Güzel, “SANAT”tır.

GÜZELLİKLE…

Resim Denilince, Ne Anlıyoruz?

Resim nedir?

Resim dediğimizde ne anlarız?

Resim sözcüğünün dil karşılığını aramıyoruz. Anlamsal değil irdelediğimiz, Görsel olanı tanımlamaya dair çabamız. Resimsel olanı yazalım istiyoruz.

Resim el ile yapılan çizgisel ve renkli çalışmalardır. Burada belirtilen resim; çizim ve rengi kapsamaktadır. En genel tanımda duralım. Yani makinenin yaptığına resim diyemeyiz. Makine çizip boyayabilir mi? Olabilir. Yapılan çalışma, o işi yapan makine ile adlandırılır. Fotograf makinesi ile yapılıyorsa FOTOGRAF denir.

İşte burası ayırım noktasıdır. Fotograf farklı bir iş, resim başka bir iştir. Daha başka söylersek: MAKİNENİN YAPAMAYACAĞI, RESİMDİR.


Şu iki örneğe bakalım:

İki çalışmada temel fark, ilki el ile yapılmış, ikincisi fotograf makinesi ile çekilmiştir. Demek ki bu net bir ayırımdır. Biri RESİM, ikincisi de FOTOGRAF tır. Bu farklılık netleştiğinde bazı soruları gene sorabiliriz. Fotograf gibi resim yapılmaktadır. Ona ne diyeceğiz? RESİM diyeceğiz. Çünkü el ile yapılıyor ve ne denli benzetilmeye çalışılsa bile, asla fotograf olamaz. Fotograftan yapılanlar da resimdir. Böyle olsa bile, incelendiğinde fotografa benzemeyen çok yer bulunabilir. Resim eğitimi sırasında, resimlerden kopya yapılmaktadır. Bu çalışmalar birer okuldur, çalışanı -alabiliyorsa- çok geliştirir. O yapılan kopyalarda bile sayısız benzemeyen yerleri bulabiliriz. Diyebiliriz ki, RESİM FOTOGRAFTAN FARKLIDIR.

Resim diyebilmemiz için, çizgi ve renkten birisi ya da ikisi ile çalışılması gerekmektedir. Bu mağara resimlerinden günümüze böyle ola gelmiştir. Günümüzde DIGITAL RESİMLER yapanlar da bulunmaktadır. Böyle çalışılanlar da resimdir. Bu konuyu DIGITAL FOTOGRAF ile karıştırmamalıdır. Çünkü fotografın tüm görselini makine tamamlamaktadır. Bilgisayarla da çalışılmış olan DIGITAL RESİMLER in tüm görselini makine tamamlamıyor, insan eli tamamlıyor.

Burada asıl bir konuyu açmamız gerekmektedir. Elle yapılan her çalışma resim midir? Evet, RESİM dir.

Başka bir soru daha sorulmalıdır ki, resim dediğimizde ne anlayacağımızı netleştirelim:

Her resim sanatsal değere sahip midir? HAYIR! İşte asıl burada büyük bir ayırım yaşamaktayız.

Pekiyi, resmin sanatsal değeri olabilmesi nelere bağlıdır? Bakalım.
• Fotograftan farklı olmalıdır.
• Biçimsel yapısı el ile yapıldığını fark ettirmelidir.
• Plastik yapısı olmalıdır.
• Orijinal olmalıdır. Dünyadaki tüm resimleri inceleme şansımız olsa, diyebiliriz ki; dünyadaki tüm resimlerden farklı olmalıdır.
• Üslubu olmalıdır :Ustasının kişiliğini yansıtabilmeli: Ustasının duygu, fikir, beceri, hayal gücü, içerik, biçim gibi özelliklerini bütünlüğü içinde verebilmeli.
• Çağında olabilmeli, çağını anlatabilmeli. Sanatçı toplumunun itici gücüdür. Bu sanatının da toplumundan ilerde olmasını gerektirir.