Sanat Eğitimi, Kazandırdıkları ve Kredili Sistem

Eğitimin çok tanımı yapılmakta.
Örneğin bize göre olanını yazalım: Canlının gizli kalan gücünü ortaya çıkararak, en üst kaliteye yükseltme işidir.
Sonrasında, kaliteli bir üretimdir, amaç. Kalite, eleman, malzeme, makine ve programın kaliteli olması ile gerçekleşir. Birinin kalitesiz olması diğerlerini olumsuz etkiler. Çok iyi bir öğretmen olsa da, yetersiz bir program, yetersiz bina, yetersiz malzeme ile insanı kaliteli yapamayız.

Ayrıca; eğitilen kişinin yazılımı-genleri elbette çok çok önemlidir.

Foto: Şakir Sağlam / Sinop, Nükleer Karşıtı Platform etkinliklerinden.

Anımsarsınız; 1992 yılında istifa etmiş bir hükümetin Milli Eğitim Bakanı olan Avni Akyol giderek ayak, üç ay kala birden bire bir uygulama başlattı: KREDİLİ SİSTEM.

Bu sistemin üç ayağı vardı: Öğretmen+bina+kitap (program)dı. O biliyordu ki; bu sistem harika bir sistemdir. Böyle bir sistem HALKIN ÇOCUKLARINA YARARLIDIR. Bu yararlı programı öyle bir konuma getirmeli ki, tartışılamayacak konuma düşürmek gerekir ki bu ülke böyle bir deneme yapamasın, yapmaya kalkmasın. Bunun da yolu, pat diye, hazırlanmadan uygulamaya başlarsın. Başarısız olur. Halk olumsuz yargılar. Yıllarca bu yargı silinemez, ortadan kaldırılamaz. Buna benzer bir uygulama yıllardır inançlar üzerinde oynanıyor. İnançlar politikacıların ellerinde oyuncak. Bu yolla kurgulanmış, etkileri olumsuzlaştırılarak artırılmıştır dünyada. Yüz yıllardır bu olumsuzluktan, sermaye işine geldiği gibi yararlanıyor. Günümüzde seçimleri göz önüne alınca, her şey netleşiyor değil mi? 2015 seçimlerini bir bu gözle değerlendirir misiniz?

Akyol uygulamaya başladı. Oysa gerçekte bu üç ayaktan hiç biri hazır değildi. Başarısız olacaktı. Belliydi. Öyle oldu. O sistemi yaşayanlardan, bu gün savunan yoktur. Hedef zaten bu sonu hazırlamaktı. Asla iyi niyete sığınılmasını doğru bulmuyorum. Eğer hedef olumluluk olsaydı; 60 yıl önce uygulanan ve UNESCO tarafından ÖRNEK EĞİTİM MODELİ olarak kabul edilen KÖY ENSTİTÜLERİ vardı gözler önünde. KREDİLİ SİSTEM, zaten o modelden yararlanılarak geliştirilmişti. Ben o sistemin içinde üç yıl öğretmenlik yapmış biriyim. Resim öğretmenliği sırasında zorluklarım oldu. Evet oldu. Ancak bana güvenen bir okul müdürüm sayesinde tüm olumsuzlukları aştık. Sonucu söyleyeyim: 28 resim öğrencimin 22 si Güzel sanatlar fakültesini kazandılar aynı yıl. Hiç reklama girmeden konuşuyorum. İsteyen araştırabilir. Kayıtları var.

Kadıköy Kız Lisesi-1994

Sanat tek başına kurtarıcı olamaz. Ama O, İNSANI YARATIR.

Eğitim bir süreçtir. Amaç insandır. Buradaki “insan” gerçekte “canlı” düşünülerek yazılmıştır. İnsan, fiziksel ve tinsel olarak bir bütündür. Sağlıklı bu ikili, sağlıklı birey demektir. Sağlıklı birey, güzel görünür. Güzel görünen, onun yaydığı güzel enerjidir.

Çünkü; O, Güzel insandır.

Güzel insan; güzel dillidir, güzel işlidir, güzel giysilidir, güzel çevrelidir.
Güzel insan; haklara saygılıdır. Hakları ve özgürlükleri geliştirir.
Güzel insan; Sorumluluk alır. Kararlıdır. Tutarlıdır.
Güzel insan; güzeli çirkinden ayırır. Güzellikler üretir, çirkine yer bırakmaz.
Güzel insan; İnsana değer verir. Bilimden, emekten yana olur.
Güzel insan; dostluğa değer verir, başkalarının gelişimine de katkı verir.
Güzel insan; başkalarıyla yarışmaz, kendini aşmaya çabalar. Çalışkandır.
Güzel insan; soru sorar, yanıt arar. Her söylenen inanmaz.
Güzel insan; DİN, DİL, IRK, CİNSİYET ve BÖLGE ayırımını çirkin sayar.
Güzel insan; dünyadan ayrılsa bile ürettiği kalıcı yapıtlarıyla dünyayı ışıtmayı sürdürür.
SANAT EĞİTİMİ; böyle bir insanın gelişimine katkı sunar.

Eğer eğitim kurumları ve aileler; çocuk eğitiminde sanatı uygulamıyorlarsa ya da var olan sanat programları; programlardan kaldırılıyorsa; orada bilinçli olarak toplumu bilimden-gerçeklerden-insandan koparıp, dünyaya düşman olarak yetiştirmeyi planlamışlar demektir.
Sanat çalışmalarının yerine ne konmaktadır? Ezbere dayalı programlar. Kısaca, insanları oyalayacaklar programlardır bunlar. Gelişemeyen insan beyni; artık her türlü olumsuzlukla ilgilenecektir. Yanlışlığın, çıkarcılığın, kumarın, kısaca yeraltı dünyasının pislikleriyle ilgileniyor duruma düşürülecektir. BU SERMAYENİN BİR OYUNUDUR. İnsan olma erdemi başka şeydir elbette. Nedir o ? Adını net koyalım: Güzelliklerle yaşama erdemliliği.

Yenice Ülkü İlkokulu, bando ekibi. 1973 (Bu çok zor işi başarabilen çocukların en büyüğü 12 yaşında)

Köy Enstitülerinin programları, yaparak yaşayarak ilkesine dayalı ve serbest alanlarda uygulamalar ile doluydu. Sorgulayan akıl, tüm başarılardan mutluluk duyan yürekler, paylaşarak iş başarma mutluluğunu tadanlar hep birlikte öğreniyorlardı. Köy Enstitülerini kapatıp, Öğretmen Okulunu açtıklarında, tüm uygulamalar dört duvar arasına sıkıştırılmış oldu. Yıkım başladı. Tüm o güzellikler ezber uygulamalarla yok edildi. 66 yıl sonra 2020 Türkiye’sine bakanlar, bu sonuçları görebilirler.

İşte; GÜZEL İNSAN; tüm bu yıkımlara karşı direnecek, yurtseverliğini gösterecek ve yurdunu yaşanası bir dünya ile buluşturacaktır.

Bu O’nun insanlık onuru, evrensel sorunudur.

GÜZELLİKLE…

Nazım Hikmet’i Okumak, Anlamak

Nazım Hikmet; bilindiği gibi şair. Aktivist. Kuramcı. Yurtsever. Barışsever. Ama önce bir DÜNYA ŞAİRİ

NAZIM’ı OKUMAK hem gerekli, hem önemli, hem değerli, hem de zorunlu. Deneylerinden, bilgilerinden, çözümlemelerinden eksik olmak; eksik kalmaktır. NAZIM’ı okumadan olmaz. Açtığı kanalları, kurgusunu, biçemini okumadan yapmak; yapmaya çalışmaktır. Dünyada başka yapılanları da bilmek hatta…Çalışılacaktır elbette. Sürecektir elbette. Yeter ki; çalışılsın.

Bilinmelidir ki; ÖNCEDEN DENENMİŞTİR, DENENMİŞE DÜŞMEDEN okunmalıdır.

Nazım, dikkatle okunmalıdır. Abartmadan-küçümsemeden okunmalıdır diyenler çıkıyor. Nazım abartılamaz da azaltılamaz da. NAZIM’ı yalnızca dikkatle OKUMAK GEREK.

Okuyorum ve notlar alıyorum. Aldığım notlar kısa kısa. Anlam değişmesi ya da düşmesi olmasın dileğim.

Bazılarını buraya aldım:

*Sanatta tez; ideolojin olacak.
*Sanatta yan tutmak; iyi, güzel, mutlu ve hak.
*Sanatta iyimserlik; umutlu olmak.
*Sanatta yöntem; diyalektik materyalizm.
*Sanatın toplumsal işlevi; sanatta halka yakınlık.
*Namuslu eserler; memleketim, halkım, dünyam ve insanlık için en güzelini yapmak.
*Sanatın yapısı: İÇERİK+BİÇİM. İçerik biçimi belirler. İçerik biçim ile birliktir.
*Gerçekte var olan Biçim ile üslubu, bir ve aynı şey görenler; tek biçimciliğe ve dogmatizme düşerler.
*ÜSLUP (biçem) pürüzsüz, süssüz, şatafatsız, aydınlık ve içeriği en iyi belirtebilir olmalıdır.
*Bir yapıtın üslubu ile bildirimi arasında diyalektik bir bağ vardır.
*İçerik toplumcuysa, varsın binlerce biçim olsun. Ana çizgide bir olduktan sonra, biçim anlatım farklı olabilir.
*Maddeci diyalektik yöntemin kendi özüne ters; önyargılı, saptırıcı, rölativ (salt rölativ) uygulanması; SANATTA sekterliğe-dogmatizme ve revizyonizme yol açar.
*Provensiyalizm; yerel kültürü ayrıntılarıyle işleyendir.
*Felsefede MATERYALİST, yaşamda İDEALİST olunur mu?
*Evren, ayrılmazca birleşmiş, ZAMAN-UZAY-HAREKET-MADDE birlikteliğinden ibarettir.
*Hareket durumları ne olursa olsun, bütün sistemler için doğa yasaları aynıdır.
*Kolay olanı değil; kötümserlik kolaydır.
*TİPİKLİK; evrensel niteliği kazanmaktır.
*TİP; gerçekte var olan tiplerden edindiğin izlenimlerle, sentetik bir tip uydurmak; gerçekte var olan mükemmel tipi işlemek; yukarıdaki iki tipi bir arada uygualmak, ama ikincisi biraz daha geçerli; vee ÖLMEZ TİP çağını temsil eder. SENTETİK VE SOYUTTUR. SAHİCİDİR.
*Doğacılık-naturizm; doğalcılık-naturalizm.

 

Sanatçı ve Resim Denen Oyun?

Resim, bir oyundur.

Yaşamın dengesini arayanların oynadığı bir oyun. Oyun içinde biçimlenerek oluşan anlatımdır.

Denge gelişmiş beyinlerin kurabildiği görsel / işitsel şölendir. Rastlantıların da payı değerlidir.

Oyun çağı dediğimiz çocukluğumuz “denge” için değerli yaşlardır. Oynana-maya-n oyunlar incelendiğinde, ortaya önemli ölçüde “ben” çıkacaktır.

Çocuk eğitiminin bu yaşlarda başlamasını isteyen gerçek eğitimciler, çocuğun gelişmesini, o ülkenin olumlaşmasını, kalkınmasını yani bağımsızlaşmasını hedeflemektedirler. Bu da bağımsız kişilikleri yaratacaktır. İç içe geçen bu davranımlar, süreçte bir birini besler. İşte bu bağımsız kişiliklerle başarılabilir, gerçek GÜZELLİKLER.

Bağımsız kişiliklerin gelişimi, öncelikle o toplumun; doğurduğu, kendi çocuklarına bireylere bu oyunu başarıyla oynatabilmesine bağlıdır.

Bu oyun o zaman, adam olur, şiir olur, tiyatro olur, heykel olur, dans olur, müzik olur, RESİM olur: SANAT OLUR. İktidarlar SANAT ve oyunlara düşmanlık yapıyorlarsa, bilin ki; insanlarının-ülkesinin düşmanıdır.

İşte her toplumun- bir ivme, bir sıçrama yapması için – kulağının biri, umutları SANATÇILARDA olmalıdır. Tarih, başarılı olan devlet adamlarının, sanatçıları izlediğini, mutlaka feyz aldığı sanatçıları olduğunu yazıyor.

Yaşamın dengesi “GÜZELLİKLER”dedir.

Güzel, “SANAT”tır.

GÜZELLİKLE…

Resim Denilince, Ne Anlıyoruz?

Resim nedir?

Resim dediğimizde ne anlarız?

Resim sözcüğünün dil karşılığını aramıyoruz. Anlamsal değil irdelediğimiz, Görsel olanı tanımlamaya dair çabamız. Resimsel olanı yazalım istiyoruz.

Resim el ile yapılan çizgisel ve renkli çalışmalardır. Burada belirtilen resim; çizim ve rengi kapsamaktadır. En genel tanımda duralım. Yani makinenin yaptığına resim diyemeyiz. Makine çizip boyayabilir mi? Olabilir. Yapılan çalışma, o işi yapan makine ile adlandırılır. Fotograf makinesi ile yapılıyorsa FOTOGRAF denir.

İşte burası ayırım noktasıdır. Fotograf farklı bir iş, resim başka bir iştir. Daha başka söylersek: MAKİNENİN YAPAMAYACAĞI, RESİMDİR.


Şu iki örneğe bakalım:

İki çalışmada temel fark, ilki el ile yapılmış, ikincisi fotograf makinesi ile çekilmiştir. Demek ki bu net bir ayırımdır. Biri RESİM, ikincisi de FOTOGRAF tır. Bu farklılık netleştiğinde bazı soruları gene sorabiliriz. Fotograf gibi resim yapılmaktadır. Ona ne diyeceğiz? RESİM diyeceğiz. Çünkü el ile yapılıyor ve ne denli benzetilmeye çalışılsa bile, asla fotograf olamaz. Fotograftan yapılanlar da resimdir. Böyle olsa bile, incelendiğinde fotografa benzemeyen çok yer bulunabilir. Resim eğitimi sırasında, resimlerden kopya yapılmaktadır. Bu çalışmalar birer okuldur, çalışanı -alabiliyorsa- çok geliştirir. O yapılan kopyalarda bile sayısız benzemeyen yerleri bulabiliriz. Diyebiliriz ki, RESİM FOTOGRAFTAN FARKLIDIR.

Resim diyebilmemiz için, çizgi ve renkten birisi ya da ikisi ile çalışılması gerekmektedir. Bu mağara resimlerinden günümüze böyle ola gelmiştir. Günümüzde DIGITAL RESİMLER yapanlar da bulunmaktadır. Böyle çalışılanlar da resimdir. Bu konuyu DIGITAL FOTOGRAF ile karıştırmamalıdır. Çünkü fotografın tüm görselini makine tamamlamaktadır. Bilgisayarla da çalışılmış olan DIGITAL RESİMLER in tüm görselini makine tamamlamıyor, insan eli tamamlıyor.

Burada asıl bir konuyu açmamız gerekmektedir. Elle yapılan her çalışma resim midir? Evet, RESİM dir.

Başka bir soru daha sorulmalıdır ki, resim dediğimizde ne anlayacağımızı netleştirelim:

Her resim sanatsal değere sahip midir? HAYIR! İşte asıl burada büyük bir ayırım yaşamaktayız.

Pekiyi, resmin sanatsal değeri olabilmesi nelere bağlıdır? Bakalım.
• Fotograftan farklı olmalıdır.
• Biçimsel yapısı el ile yapıldığını fark ettirmelidir.
• Plastik yapısı olmalıdır.
• Orijinal olmalıdır. Dünyadaki tüm resimleri inceleme şansımız olsa, diyebiliriz ki; dünyadaki tüm resimlerden farklı olmalıdır.
• Üslubu olmalıdır :Ustasının kişiliğini yansıtabilmeli: Ustasının duygu, fikir, beceri, hayal gücü, içerik, biçim gibi özelliklerini bütünlüğü içinde verebilmeli.
• Çağında olabilmeli, çağını anlatabilmeli. Sanatçı toplumunun itici gücüdür. Bu sanatının da toplumundan ilerde olmasını gerektirir.

“YEŞİL YOL” felaketi

Yeşilyol protestolarından

“Yeşil yol” başlığı KABE’YE GİDEN YOL gibi çağrışım yapabilir. Ancak, KARADENİZ DAĞLARINA-YAYLALARINA GİDEN YOL ve o yollardan söz edeceğim.

Zigana Dağından, iç anadoluya bakış.

Karadeniz’in yaylaları ile yayla şenlikleri meşhurdur.

Çocukluğumuza inersek: 5-6 yaşlarında, ineklerimizi süsleyerek ve yükleyerek hazırlanırdık. Tabi kendimizdeki heyecanı fark etmezdik bile. Şenlik örneği, yoldan yürüyerek giderdik. Bir-iki gece yolda, ağaç altlarına kurulur yatardık. Gece eğlenceleri yapılırdı. Elbette çocukluk merakı daha da artırırdı bu keyfi. Taze sıcak sütlerle, midemize iner inmez ısınmamız. Yollardaki soğuk suların -yıllar sonra- tadının damağımızdaki izleri. Ya yollardaki obaların dayanışması! Unutulmaz Gökçeköy’lüler. Yağmur yağış, konuk severlikleri. Araba yollarının olmayışı belki de bizim için bir kazançtı. Yollar zordu. Evet. Ama birlikte yürüdüğümüz köylülerimizin olağanüstü dayanışması, anlatmakla bitirilemez güzellikteydi. Yaylaya varışımız, göz yaşlarımızda kırpışan sevincimiz.

Artvin dağları-Foto:Mustafa Sağlam

Zaman geçti. Nüfus çoğaldı. Topraklarımız ve ürünlerimiz yeterli olsa da para etmedi. Artık aşımızı, rızkımızı kentlerde aramaya başladık. Gurbetlik macerasına atıldık. Taaa Alamanyaya kadar uzandık. Kimimiz için iyi oldu. Kimimiz için yıkım! Kentleştik. Köylerimize de dönemez durumdayız. Köylerimiz boşaldı. Köylerimizde, çok az sayıda köyden ayrılmayanlar yaşamakta. Boşalan köyümüze, yaylalarımıza yol yapmaya başladılar. Boşalandan sonra yani! Hemde ne yollar! Bizim kadırga Yayla yolu, Erikbeli’nden yukarı yapılırken ölçmüşler 12 metre genişliğindeymiş. Ne güzel, geniş geniş rahatça gidip geleceğiz. Beton yapılmış üstelik. Neden beton yapıldıysa artık?

Çifteköprü-Arhavi-Artvin

Şimdi tarih 2020. Yeni bir yol yapımı var. “Yeşil yol”sürüyor. Dağlarda ne inşaatlar var bilseniz. Yakında bitirirler. İşte o, YEŞİL YOL. Nereye yapılıyormuş? Karadeniz yaylalarına. Dağların tepelerinden, yaylalarımızdan geçecek biçimde. Kısaca yaylalarımıza artık arabalarımızla gideceğiz. Zorluk çekmeden, ineklerimizi de arabamıza atacağız, yükümüzü de. Şu keyfe bakın. Ne mutluluk verici. Hemen bir seçim daha yapın, oyumuz size. Yolumuzu yapanlara teşekkür ederiz. Siz hadi göz kulak olun bu dağlara, yaylalara, biz buralardan gideriz. Zaten, Karadeniz sahil yolu da güzel oldu. Bakın ne rahat ettik. Hatta kentlerin içindeki otobanlar, alt, üst geçitler yapılınca trafik nasıl rahatladı. Değil mi ama, bunca hizmeti halk için yaptığınızı biliyoruz.

Mençuna Şelalesi-Arhavi-Artvin

Ayrıca oteller, hanlar, hamamlar da yapılacakmış. Bize değil, turistlere ha! Bir yayladan ötekine geçerek tatilimize tatil ekleriz ve hiç aşağıya inmeyiz. Ne güzel. Derelerimiz de sizin olsun. Barajlar yapın, HESler yapın. Ne güzel derelerimize girmeyiz böylece, ayaklarımıza çakıl batıyordu. Kurtuluruz çakıllardan da. Ne var, havuzlarda yüzeriz işte. Zaten dere akar, Karadenizli bakar. Boşuna akıyor işte su, değerlenmiş olur.

Karadeniz evlerinden: Laz evi

Han-otel kurmaya gerek yok, Karadeniz ev mimarisi yeterlidir.

Bir de maden meselesi var. Dağların içindeki madenleri, uzaydan görüyorlarmış. Bak gördün mü? Teknoloji böyle güzel bir şey. Görecek ve yalnızca oraya masraf yaparak, madeni alacak, işleyecek. Böylece az masrafla çok maden işletilmiş olacak. Karı ise vatandaşa, yaylalara dönecek.

Halkın parası deniz değil yani. O kadar çok değilmiş yani. Ve tabi buralarda bizim çocuklarımız çalışacak, böylece yöre halkına iş alanı açılmış olacak, istihdam yaratılmış olacak. Görüldüğü gibi YEŞİL YOL, çok önemli sorunlarımızı çözmüş olacak. CAK…CAK…CAK…

Olumsuz ve olumlu süreç ilerliyor. Biz sizinle bir 50 yıl sonrasına gidelim. Biz yetişkinler zaten olmayacağız şu çok savunduğumuz dünyada. Ama çocuklarımızın, 50 YIL sonrasındaki yaşantısına bir göz atalım.

Karadeniz sahil yolunun sonuçlarından başlayalım. Ama daha önce bir itirafı okuyalım:

Bu bir itiraf, gerçek. Dikkatle okuyalım.

Karadeniz dağlarından Karadeniz’e akan derelerin yolları, önleri, akışları sahile yapılan SAHİL YOLU ile değiştirildiğinden Karadeniz’deki canlılar artık azaldı, yuvaları yok. Balık çiftlikleri kuruluyordu açık denize. İnsanlar doğal olanı aramaya başladılar, o çiftlik balıklarını yemiyorlar. Yani balık yiyemiyor Karadenizliler. Karadeniz’in çevresindeki ülkelerin fabrika ve evsel tüm atıkları süzülmeden, filtrelenmeden Karadeniz’e aktığından, Karadeniz kirlendi. Karadeniz’de uzun süredir balık ve hiç bir canlı yok. Şimdi hiç olmayacak. Çünkü; kurudu.

HES yıkımları çorağa dönüştürüyor dağları.

Karadeniz derelerinin kaynağı, o koca dağlar

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı yesilyol-03.jpg
HES belasının sonuçları – Foto: Mustafa Sağlam

HES-Baraj dedikleri ENERJİ-ELEKTRİK ÜRETMEK İÇİNMİŞ. Enerjiyi hep dışardan mı alalım, kendi elektriğimizi neden biz üretemiyoruz? Hani ÇERNOBİL’deki patlama sonucunda çoğalan kanser, unutulur mu? Japonya’daki Fukuşima-Nükleer Santrali sonunda japonlar ülkelerine artık bu tür santralları yapmayacaklarını açıkladılar. Halkın temsilcileri bu kararı aldı. Engel oldular. Ama o sermaye yurdumuzda AKKUYU VE SİNOP’a nükleer santrali yapmaya başladı. Çünkü yurdumuzda halk, temsilcilerini arıyor. Yurdumuzun enerjiye ihtiyacı yok. SERMAYENİN İHTİYACI VAR. ENERJİ dedikleri, işte doğanın yok edilmesidir. Kentleşmezsek bu sorun kalmaz. Elektirk, elektrikli araç ve gereçler içindir. Satışını yaptıkları AVM’ler içindir. Satıştan elde edilen parayı kim alıyor: SERMAYE. Yol inşaatını da sermaye istiyor. Bana-bize de kalan, kölelik koşullarında yaşamak.

50 yıl sonrasına bakmaya devam ediyoruz: Karadeniz dağlarından geçen yol için, inşaat sırasında kesilen ağaçların yerine yenileri dikilmedi. Dağlardaki EROZYON ile toprak aşağılara kaydı, dereler doldu ve kirlendi. Karadeniz dağlarından çıkarılan madenler ve çoğalan taş ocakları tüm Karadeniz havzasının iklimi değiştirdi. Yaylalar betonlaştı. Yollar beton, dağlar beton. Sular evlere alındı. Hayvan ve bitki yaşamıyor artık, kurudu. DOĞA BOZULDU. Doğanın sistemi, ekosistem bozuldu.

Sisdağı Yaylası Şenlikleri

Yaylaya giden azaldı. Yayla şenlikleri yapılmıyor. Hani o hanlar hamamlara gidecektik, tatil yapacaktık ya! Asgari geçim sınırındaki insanın-çalışanın tatili, rahatı mı olurmuş diyemedik, bilemedik. Bizi cahil bırakanların yalanlarını bilemedik. Sermaye sahibinin uçağı, arabası, helikopteri ile eğlendiği bir dünya kurdular. Bilinerek ürünleri para ettirilmeyen halkın, yaylalardan birinden ötekine geçecek parası olamayacağını bilemedik. Ham hayal bu işte, diyemedik. Hele o para ettirilmeyen ürünlerin yerine, ithal edilen bonuslu-ilaçlı yiyecekler hem kaç kat pahalı hem de sağlığa zararlı. Genleri bozulmuş olanlar yurdumuzda devlet eliyle satılıyor. Anımsarsınız, sokaklarda küçük el arabalarında, mısır satılıyor ya, plastik bardaklarda. işte o mısırların genleri bozulmuş meğer. Ama hangi bakanın, başbakanın çocuğu tarafından ithal edilirmiş, bilmiyoruz ki! Halk bilemez, bilmesine de gerek yoktur. Kendi adına seçtiği milletvekilleri bilecektir ve halkı aydınlatacaktır. Nerdeee! Asıl oynanan oyunun boyutuna bakın ki, şaşıralım birlikte. Kanser adında dev organizasyonu var sermayenin. Elbette insanları bilerek kanser yapacak ki, ilacını-tedavisini pahalıya satabilsin. Çalışanın kazançlarının tümüne el koysun ve böylece çalışanları, bir KÖLE olarak çalıştırsın. Anımsarsınız, kolestrol ilacını. NOT: ben on yıl kullandıktan sonra, kaç doktordan dinledim uydurma ilaç olduğunu. Sonunda kabul ettim ve kullanmıyorum artık. (Radyasyon, genleri bozulmuş yiyecekler, şeker, un, sigara, uyuşturucu, paketlenmiş yiyecekler…Hangisini halk üretiyor? Bunlardan kazanılan paralar kimin cebine gidiyor? Ve sorulara devam edelim: YEŞİL YOL İNŞAATINI KİMLER YAPIYOR? )

Sular evlere alındı ya, asıl olana bakın ki; aynı yol uygulandı ve derelerimizin suyu borulara alındı. Sonunda olan oldu ve derelerimiz kurudu. Şu suyun kimseye zararı yok. Ancak her şeye yararı var. Ama artık bu sular akmayacak.

Çünkü HES adındaki canavar derelerimizin suyunu emdi, yok etti. Vatandaş HES-NÜKLEER ENERJİ istemiyor. Fakat Devlet vatandaşı koruyacağına, şirketleri koruyor.

Borunun içine alınan yaylalarımızdaki sular gibi, derelerimizdeki sular daha büyük, koca koca boruların içine alındı. Hem de plastik boruların içine alındı. İşte tam burası önemli. Tüm havzanın iklim değişti. Su borunun içine alınınca; dere ve çevresi kurudu. Dağlardaki yamaçlardaki ağaçlar, bitkiler kurudu. Derenin çevresindeki köyler kurudu. Hayvanlar yaşamıyor o bölgede. Çocuklar su içemeyecek.

mısır

Ağaçlar yeşermeyecek. Mısır, fındık, taflan, denizde hamsi yetişmeyecek.

Taflan (karayemiş)
hamsi

Hayvanlar yok olacak. Çünkü bu su yetmez, can suyunu da artık vermiyorlar. Buradaki o plastiğin içine gizlenen su denize de akmıyor, nereye gitti? Yaaaa! İşte yeni anladık, OLSUN ANLADIK ya! Ne oldu demiştiniz? Satılmak üzere depolandı. Arabalara dolduruldu. Şişelendi. Satılıyor. Belediyeler ne iş yapar, niye seçilmişlerdi? Neden kent içindeki su borulardan kirli sular akıyor? Yoksa kirletip suları, bize temiz su satmak numarasını da mı yutturdular?

İsinuğu Deresi-Türkelli Köyü

Köylerimizdeki tapulu arazimizi-tarlamızı elimizden aldı DEVLET. Tabi tek bizim tarlalarımız değildi hedef. Bu yasa çıkınca büyük şehir denilen kentlerin çevresinde şurada buradaki, dağınık ve bizim bilmediğimiz yerlerdeki tarlalar, verimsiz ormanlar dedikleri alanlar arsaya dönüştürülüp, ranta açıldı. Özelleştirme, vatandaşın elinden alınan her şey demekti. Yabancı yani KÜRESEL SERMAYE dünyaya el koymuş. Tüm çalışanlar köle. Sermayenin zincirleri, çocuklarımızın boynunda. Açlık ve sefalet içindeler.

Vatandaş HES-NÜKLEER ENERJİ istemiyor

Yurdumuzda ilginç atasözlerimiz var. Örneğin; bal tutan, parmağını yalar. Doğru. Bu söz bal arısı yetiştirenler için. Ülkeyi yönetenler arıcı mı? ARICI OLANLAR, ARILARIN YANINA, DAĞA GİTSİN. Bal tutmuyorlar, ADALET TUTUYORLAR. ADALET UYGULAMALARI GEREKİR. Halk adına, halkı yönettiklerini iddia edenler, halkın istediklerini yapmalılar. Halk adalet bekliyor. Halk, meclise gidenlerden, ADALET BEKLİYOR.

Çünkü; TARAFSIZ KALMAK SUYA VE SABUNA DOKUNMAMAKTIR. TEMİZLİK, SU VE SABUN İLE YAPILIR. SUYA-SABUNA DOKUNMAMAK; PİS KALMAK DEMEKTİR. YANİ, BİR TARAFTA OLMALARINI, DOĞRUNUN TARAFINDA OLMALARINI BEKLİYOR…

ARICI OLANLAR, ARILARIN YANINA, DAĞA GİTSİN.

Kim ne derse desin, kesin; YEŞİL YOL, SERMAYENİN YEŞİL DOLARLARININ YOLUDUR. KARADENİZ YAYLALARININ-DAĞLARININ ÖLÜM FERMANIDIR. ARAP SERMAYESİ ile ABD SERMAYESİNİN DOLARLARI, yurdumuzdaki yerli işbirlikçileriyle buluştu.

YEŞİL YOL; Samsun-Çarşamba’dan Artvin’e doğru ilerliyor. 1500-2000 m. yükseklikteki dağlardan, yaylalarımızdan geçmektedir. Veee 2200 Km. uzunluktadır.

Niye mi bunca sözü söylüyoruz? BU GÜZELLİKLERİN, YARINLARA DA KALMASINI İSTİYORUZ DA ONDAN.

Bakmanızı istediğimiz, OLUMSUZ ÖRNEK olan birkaç yayla var:

Uzungöl. Turizme açıldı, kirlendi, betonlaştı. Göl kirlendi ve kurudu. Artık turizm alanı olarak kullanılmıyor.
Ayder Yaylası. Ahşap ev yerine betonlar dikildi. Yolu asfaltlandı. Ayder olmaktan çıktı, bir Amerikan kentine dönüştü. Ayder’i gören, artık gitmiyor. Ayder Yaylası da bitti
ÖNEMLİ NOT: Türkiye’de, insanın değerini bilen, yurdunu ve dünyayı tanıyan, bilgili görgülü, sanatçı, değerli bilim insanları var. Bunca değerli insan ülke kalkınmasının motorudur. ÜLKE SORUNLARININ ÇÖZÜMLERİNİ POLİTİKACILAR BİLMEZ. Politikacılar, sorunların çözümünü istiyorlarsa; bu değerli insanların danışmanlığına başvurmalıdırlar.

( ŞU BEŞ KONU KİŞİNİN ÖZELİDİR. POLİTİKACILARI İLGİLENDİRMEZ, ELLERİNİ BU BEŞ ALANDAN ÇEKMELİDİRLER: DİL, DİN, IRK, BÖLGE, CİNSİYET. POLİTİKACI HALKI DÜŞÜNÜYORSA, EMEK ÜZERİNE DÜŞÜNMELİDİR.)

Tüm yaylalarımız, dağlarımız, derelerimiz, denizlerimiz vatandaşın işine, yaşamına, sağlığına karışsın, güzel kalsın.

DOĞA; BU GÜNE AİT OLDUĞU KADAR, YARINLARDA YAŞAYACAK ÇOCUKLARIMIZA DA AİTTİR. Doğa, böyle bir görevi ve sorumluluğu İNSANA yüklemiştir. Çünkü DOĞAYI; İNSAN KİRLETMEKTE, BOZMAKTA ve DEĞİŞTİRMEKTEDİR. Koruyacak olan da insandır.

HİÇ BİR YURTSEVER, “ YEŞİL YOL”DA YÜRÜMEZ, YÜRÜMEYECEKTİR.

Kadıköy’de basın duyurusu

Tresimlerini Okuma

Tresimleri, tarihsel süreci anladıkça daha da okunaklı olacaktır.

Sanatın çağ içinde gelişimi tarihsel devinimlere bağlı olduğu kadar, bireysel ataklara bağlıdır da denebilir.

Bu atakları çağın dürtüleri de belirleyebilir. Sanatın / sanatçının çağı etkilemesi de gerçekçidir. Süreçte her iki etmenin birbirini tetikleyebilmesi karmaşıktır. Her ikisi de olabilir. Tarihte örnekleri de var.

T kişisel bir seçim. Kişisel özgürlüğü kullanmanın, sorumluluk duymanın, sezginin, ilerici özün dışa vurumu. Dış biçimle iç biçimin sanatsal uyumu düşünülerek, daha özgün form arayışı. Ayrıca bir / iki / üç / dört resimle anlatmanın zorluğu / tedirginliği / keyfini de yaşamak.

Bu nokta son değil.

Biçim hala figüratif. Günümüzün sorunu, figür resmi mi, figürsüz resim mi konusu değil. Günümüzde bu tartışma gereksizleşmiştir. Bu nokta figürün anlatımını da açıklar. Benim seçimim, sanat elemanlarının kullanımı ile ilgilidir. Sorun figürün özgün anlatımıdır: Kurgu, figürün yapısı, renk, izleyeni kavrayış, açıklık, yönelim…

Bu yönleri ile bakıldığında, minik bir anahtar daha kullanmaya başlayacağız…

T nin köşeleri, okları, yöneldiği biçim – renk kütlesi nereye ayarlanmış. Gözünüzü hangi lekeye / kurguya döndürmek / baktırmak istiyor. Ritmik, devinimli, lirik bir renk kütlesiyle kan basıncınızda ne değişiyor?

Yeni ya da başka sorular sormaya başladınız mı ? Soru sormanız resimle konuşmaya, alış-verişe başladınız demektir.

Okuma sürüyor…

Sanatım Üzerine

*Doğadaki zıtlıklar sanatımın temelini oluşturuyor.*


-Kompozisyonun bütününü, boş-dolu zıtlığı kurgular.
-İçerik, biçimi sarmalar. Ona can kattığı ölçüde bütünselleşirler, yetkinleşirler. İçerik, yaşamdan anlardır.
-Zıtlıklar, bir düzen içinde dengelidirler. Denge, sanatımın vardığı yetkinliğin diğer adıdır: Zıtların bütünselliği. Biçim-renk dengesi ile içerik dengesidir bu. ‘Ben’ deki biçim-renk dengesi, içerik ile bütünlenir. İçerik ’ben’ deki- lerin dışavurumudur.
-Biçimlerdeki zıtlıklar hareket ile düz biçimlerdir. Hareketli biçimlerin içi ton zıtlığı, miktar zıtlığı, sıcak-soğuk zıtlığı ile doludur. Düz biçimler kendi içinde zıtlık taşımaz. Hareketli biçimlere zıttırlar. Zaman zaman uyum içinde olabilirler. Bu kez zıtlığı, düz biçimlerin içindeki hareketli elemanlar sağlar. Zıt olan bu biçimler aynı zamanda birliktirler. Resmime can veren bu kandır.
-Sanatımdaki biçimlerin-elemanların figür-süz-lü olması anlatımımı etkilemez.

-İzleyicim ile ortak noktamın olması, bu noktada buluşabilmem tercihimi belirler. Bu sanatımdan ödün değildir.
-Gelecekte yapacaklarım hakkında şimdiden sözüm olamaz. Ancak hayallerime sınır-sansür uygulamadığımda üreteceklerimin çapı büyüyecektir.

-Üreteceklerime birikimim yön veriyor.

-Çalışkanlığım kendime saygımdandır.

-Ürettiklerimde sorumluluk bana aittir.

-Eleştiriye evet, hesap vermeye hayır. İç hesaplaşma çerçevesinde, salt kendime hesap veririm.

Şakir Sağlam

Sanat Tarihinde Tuval

Sanat tarihinde çoklu tuval kullanımlarını incelediğimde şu sonuçlara vardım:
Sanat tarihinde resim; geometrik biçim olarak dörtgendir. Rönesans’ta dörtgen olan biçimlerle çeşitli denemeler yapıldı. İki tuval yan yana, alt alta birleştirildi (dipdik), üç tuval ile de farklılıklar oluşturuldu (tripdik).


Ancak sonuçta, bunların tümü dörtgendiler.

Günümüzde ise; daire, üçgen, oval biçimler de kullanılmaktadır.
Benim kullandığım tuvaller ise dörtgenin dörtgen ile dörtgenin
yarım daire ile birleştirilmesi sonucu T oluşturması ilkesine dayanıyor.
Kenar çerçevesi kesilerek tek tuval yapılabilir, iki-üç-dört tuval birleştirilebilir. Sonuçta *T* olması gereklidir.
Bu farklılığı nedeni ile sanat tarihinde bir ilk.

ikili / üçlü / dörtlü / daire-oval biçiminde oluşturulan tuval örnekleri.
Ağustos-2001 Şakir Sağlam

Sekiz Zamanı…
Günümüzde-2012- yoğun olarak dörtgen ( KARE-DİKDÖRTGEN ) kullanılıyor.
Tüm zamanlarda değişiklik aranmış, bulunmuş ve kullanılmış.
Benim için artık SEKİZ ZAMANI.
Yukarda hareketli GİF görsel bunu çok başarılı anlatmaktadır. SEKİZ kenarı olan bu görseldeki T benim istediğim biçimdir. SEKİZ kenarı özelinde kurulan biçim, Tek parçadan oluşmaktadır. Kısaca dörtgen temelli değildir. İki – üç – dört dörtgenden oluşan biçimlerim de olabilir. Dörtgen, temelli gibi görünse de SON BİÇİM T dir. SEKİZ KENARA ULAŞMAKTADIR.
İşte SEKİZ ZAMANI; gerekçesi ile tamamlanarak yaşamaya başlamıştır.

T YAŞIYOR!

Neden T sanat?

*Sanat; biçim ile içeriğin dengesidir.*
Böyle bir kesinlik kime göredir? Tartışıldı yüz yıllardır, tartışılacak daha.
Sanatın her disiplini için biçimsel sorun aynı görselliği taşımaz. Görsel sanatlarda da farklıdır. Örneğin resimde iki boyutlu, yontuda üç boyutludur…Kullanılan araç gereçlerde de farklılıklar yaşıyoruz. Bu farklılıklar sanatın doğası gereğidir.
Ben biçimsellikle uğraşırken, resmin dış biçimine yöresellik boyutunu katarak :
Türkelli-köyüm,
Trabzon-ilim,
Türkiye-yurdum
ve

Kızım Toprak olunca, bu harfi kullanmaya karar verdim.
T resimleri böyle oluşmaya başladı. Önce içi boş bir çerçeve belirdi… Sonra içinde figürler yer kapma yarışına girdi. Elbet-motiflerin hakkını da yemeden…Yöreselliği figür resmi verebilirdi…
Kişiselliğime de uygun bu…

T ve BEN

T oluştu ve yaşıyor… Sekiz (8) kenarlı T işte.

656_denizci_55x65_tuy

Tüm T ler farklı anları yaşadılar…

Türkelli’de yaşananlar çocukluğumdu. “BEN”deki özü yaratan yer Türkelli.
Canıma can katan suyunu, o dağlar verdi. Kanımı canlandıran meyveler, lahana, mısır; çimenine uzandığım, oynadığım topraklar Türkelli’de. İlk öğretmenlerimle, Türkelli İlkokulu’nda karşılaştım. Yollarını birlikte yapmak üzere, taş taşıdım sevgi dolu insanlarıyla. Kemençeler eşliğinde su yollarında çalıştık dayılarımla, bibilerimle. Fideler dikip aşı yapmayı Türkelli’de öğrendim. Sığırlarını otlattım, buzağısını doğurttum ve büyüttüğüm, teşekkür için saçlarımı yalayan düveler oradaydı. Gözlerime bakışlarını hala görüyorum. Kaval yapıp çaldığım imeceler Türkelli’deydi. Arkadaşlarımla çimdim derelerinde. Çok sevdiğim teyze çocuklarımla burada kavga ettim. Beş yaşımda keseri elime burada tutturdu Ustam Babam. Sis Dağı Yaylası’na, Kadırga Yaylası’na buradan yürüdüm göç zamanı ya da otçularda. Okumamı sağlayan, ısırgan otu Türkelli’deki evimizin önündeydi. Babamın ölümünü bu köyde yaşadım. İlk isyanlarımın görünmeyen bayrağı bu topraklarda yükseldi. Burada aşık oldum…
Trabzon’da yaşanan gençliğimdi, hasretliklerimdi. “BEN”i yaşama hazırladı ve yaşama karıştım.

Türkiye’de yaşadıklarım ise, “BEN”i oluşturdu. Türkiye, yaşam serüvenimin, kavgamın barışımın alanı.

Dünya değerinde olan kızım Toprak adını bu düşüncelerin sürecinde verdik.
Her bir “T”inin özelliği, yaşanmışlıkları farklı, ama içerikleri aynı. “BEN” i biriktirdiler. Ben şimdi T’lerle yürüyorum. Ellerim, gözlerim, pusulam T’lerim. Benden Tünya’ya bir damla T taşıyorlar.
Süreç ilerliyor, benimle ve kendiliğinden…
Türkelli’den Tünya’ya bir damla T…
GÜZELLİKLE…

Şakir Sağlam /2001